Merhaba, ben Fulsen. Size hayatın içinden hikayeler anlatacağım
Hepimiz hayatı yaşadığımız kadar biliriz. Hepimiz hikayeleri kendi yaşadıklarımızla birlikte dinleriz. O vakit, anlatacağım her hikaye de benim tecrübe ettiğim hayatın izlerini taşıyacaktır. Ben mi kimim? Fulsen. Sahne adı değil, gerçek. Sorgulayan yanlarımı köreltmeden çağımızın ibadeti mutluluğu kendime yakıştırmaya çalışıyorum.
‘Şu anda buradasınız’ tabelasını görmeden önce yola çıktığım yerden bahsedeyim biraz. Otuz dört yıl önce bir kış günü dünyaya geldim. Burcum oğlak, yükselenim aslan. Seksenler Türkiye’sinin orta direk ailelerinde doğan diğer çocuklar gibi ‘normal’ bir hayatım vardı. Anadolu Lisesine gittim, İngilizce öğrendim, iyi bir üniversite kazandım. Finans sektörünün öncü şirketlerinden birinde gelecek vadeden eleman olarak işe başladım. Yüksek lisansımı tamamladım. Bu arada arkadaşlarım, aşklarım, kitaplarım, ayakkabılarım oldu. Daha iyi şirketlerin daha yüksek pozisyonlarına transfer oldum. Mutlu oldum, mutsuz oldum, sevindim, üzüldüm, güldüm ama pek ağlamadım.
Otuz bir yaşında güçlü bir özgeçmişim, kıymetli referanslarım, başarıdan başarıya koşmuş iş hayatımla birlikte Şişli’deki evimde işsiz, eşsiz ve de umutsuz bir halde oturuyordum. Gezi döneminin ülke ekonomisini alt üst etmesiyle birlikte mağdur olan pek çok beyaz yakalıdan biriydim. Ama hayır, hayatı sorgulamaya o zaman başlamadım. Günlük rutinimde bana layık bir iş aramaya devam ediyordum.
Birikimler tükendi, kredi kartı ekstreleri şişti, faturalar birikti. Evin kirasını ödeyemediğim, kendime kahve kedime mama alamadığım günler geldi. Pes edecek değildim, ayakta durmam ve güçlü olmam gerekiyordu. Ben de üniversite yıllarımda okul harcımı, kitap paramı, cep harçlığımı çıkartmak için yaptığım gibi yeniden garsonluk yapmaya başladım. Geçici bir süreç olduğuna dair kendimi telkin etmeye çalışsam da o yaşta müşterisi olmam gereken yerde garsonluk yapmak hiç de kolay sindirilecek bir şey değildi. Ailemin özverileri, onca yıllık emeğimin sonucu bu olmamalıydı.
Garson önlüğünü takmamın üzerinden yaklaşık bir ay geçmişti ki fark ettim: İş aramıyordum, iş aramak istemiyordum. İşte sorgulamalarım o sırada başladı. Beş yaşından bu yana ‘kurumsal bir firmada üst düzey bir yönetici’ olmak için yetiştirilmiştim. Otuz iki yaşında bir garsondum ve plazalarda çalışırken hiç olmadığım kadar mutluydum. Kalbimle aklım büyük bir savaşa girdi. Eğitimime, iş tecrübelerime yani bana layık bir işe girip ‘normal’ hayatıma devam etmem gerekiyordu ama ben o eski hayatıma geri dönmek istemiyordum. Bunu kime nasıl anlatabilirdim? Ben de yazmaya başladım. O gün bugündür yazıyorum. Bugün mü? Otuz dört yaşıma geldim. Ne İstanbul’dayım ne de garsonluk yapıyorum.
“Çırpınmayı bırakıp suyun kaldırma gücüne iman edenler kolayca yüzebilir” demiş bir derviş. Su beni bir süre önce Datça yarımadasına attı. Kağıt üzerinde harika bir hayatım var. Uyandırma alarmları olmadan istediğim saatte kalkıyorum. Kahvemi içtikten sonra yoga yapıyorum. Köpeğimle sabah akşam sahil boyunca yürüyüşe çıkıyorum. Pazardan aldığım taze sebze meyvelerle reçel yapıyorum, turşu kuruyorum. Kahvaltı masaları, rakı sofraları kuruyorum. Arkadaşlarım, aşklarım, kitaplarım var ama ayakkabılarım yok. Geçen hafta kapının önünde duran üç çift ayakkabımı köpekler kaçırdı, zaten üç çift ayakkabım vardı. Mutlu oluyorum, mutsuz oluyorum, seviniyorum, üzülüyorum. Yüksek sesle kahkahalar atıp, artık bol bol ağlıyorum.
Normal kabul edilen her şeyi, kadını, erkeği, aşkı, özgürlüğü, insanlığı, adaleti sorgulamaya devam ediyorum. Hayat bu sanırım ve size bu hayatın içinden anlatacağım hikayeler var. Yakında yeniden görüşelim.
- Bu yazı kimler için!
- Türkiye’de boşanmak için ne yapmalısınız?
- Yazmak her şeye rağmen,cesaret göstermektir
- Housing Association Evlerinde kalanlar da oturdukları evi satın alabilecek
- Vizesiz Avrupa mümkün mü? (III)
- Çocuklarda Meningokok B (MenB) Aşısı ve önemi
- Sayın Cumhurbaşkanım
- Hocam bu geniz eti dediğiniz nedir?
- Müzakere masasındaki özlü konulara yansıtılmalıdır
- D Vitaminin Çocuk Sağlığına Yararları