Çok duymuşumdur bazıları bizim toplumun olduğu yerden uzak durmaya çalıştığını… Ben öyle değilim. Örneğin Green Lanes’i çok severim. Adı yeşil olduğundan mı, bizim toplumun oralarda yeşillendiğinden mi, caddedeki renk cümbüşünden mi? Bilmem ama severim işte…
Caddedeki bizim esnafın çoğunu da hasbelkader tanırım, esnafın çoğu da beni hani. Bakkalına gitsem şeker, restoranına gitsem çay, eczanesine gitsem aspirin ikram ederler. Üstelik adımla seslenmeleri hoşuma da gider…
Bazen Green Lanes işçilerinden e-posta, telefon mesajları da aldığım olur: “Abi ben falanca yerde çalışıyorum, patron bize 10 yerine 3 sterlin veriyor, günde 8 saat yerine 12 saat çalışmaya zorlanıyorum, annem hasta işi bırakamıyorum, belimi incittiğim için bir hafta işe gidemedim paramı kestiler, bank holiday gibi resmi tatillerde çalışıyoruz ama tek ücret alıyoruz. İşyerinde gece yarısını geçince, patronun ulaşımımızı sağlaması gerekmez mi?” gibi… Ben de “toplumun avukatı” olarak elimden geldiğince onların sesi olmaya çalışıyorum. Bir keresinde sorununu köşeme taşıdığım bir işçi, teşekkür yerine şu mesajı gönderdi: “Bu işin peşini bırakırsan adam değilsin!” Bahçelerde maydanoz gel bize bazı bazı…
Geçen gün yalancı güneş Green Lanes’te gülümseyince, caddede uzun bir yürüyüş yaptım. Ben “bakkal” diyeyim siz “süpermarket” anlayın, içeri girdiğimde “O gazeteci hoş geldin” dedi patron.
Dükkânda dili şişmiş olmalı ki sohbete “Bıktım artık şu elemanlarla uğraşmaktan” diye başladı… Oysa bir eli yağda, bir eli de balda bizimkisi. Yaptığı dünyalık 7 kuşağa yeter, bindiği otomobil bir ev parası ama “bıkmış” işte. “Eleman” dediği işçiler harıl harıl çalışıyor, karısı kasada para sayıyor ve bizimkisi çene çalıyor… “Niye ki” diye soracaktım ki o lafı kaptırmadı: “Tam yetiştirdim derken, üç kuruş fazla veren oldu mu kaçıyor ya da kendine ortak bulup burnumun dibine market açmaya çalışıyorlar…” Epey dertliydi. Dertli ne demek kan ağlıyordu.
Aynı caddede bir restoran sahibi de, restoranların çoğalarak gereksiz bir rekabetin doğduğundan şikâyet edip, fizibilite yapmadan açılan işyerlerin çabuk da battığını anlatmıştı. O da şeflerin ücretlerinin yüksekliğinden şikâyet edip, sıradan işçilerin de işi öğrendikçe ücretlerine zam istemelerinden dertliydi.
Yahu esnaf kan ağlıyormuş da bizim haberimiz yokmuş. Onlar da işçiler gibi mesaj atıp dertlerini hiç dillendirmediler ki? Bizim esnaf gizli gizli dertlerini zincir yapmış, tavşan dağ misali kimsenin haberi yok. Sorry be yaw… Ama kabahat benim, sormam lazımdı. İnanın hep dengesiz beslenmekten tek yanlı düşünür oldum. Elmalar masamda duruyor ama yemeyince çürüyorlar. Sanki cennetten kovacaklar anasına satim.
Neyse doğru yolu bulup esnaflar adına empati yapmaya başladım artık. Üstelik bana üniversitede kapitalizmin “finans ne kadar tek elde toplanırsa o kadar yatırıma yönelir. O zaman da ülke kalkınır. Bu açıdan sermaye biriktirmenin her yolu mubah, tek ki yurtdışına kaçmasın” felsefesini de öğretmişlerdi.
Heyt koçum be. Ben bile sevdim bu son cümleyi. Ben artık saf değiştirdim esnaftan yanayım. Esnaf kan ağlıyor, duyan yok mu? Alooo orada kimse var mı?
Son söz olarak buradan bizim esnafa sesleniyorum. İngiltere’de yıl sonunda işyerleri işçi ve emekçilerine hatta evine mektup taşıyan postacılara bile “dişe dokunur” hediyeler dağıtırlar. Siz de bu geleneğe uyun lütfen ve onlardan sizden ve işyerinden beklentilerini sorun. Sonunda siz verim elde edeceksiniz efemmm…
- Oxford Street’de Urfa’daki işçileri desteklemenin erdemi
- Namık Kemal’in Londra’daki izi
- İngiltere’de emekli maaşı 50 paket sigara karşılığında
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (II)
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (I)
- İngiltere laikliği sağlamlaştırıyor
- Emekli WASPI kadınlarının zaferi…
- İngiltere’nin simgesi Minilerin tasarımcısı: İzmirli Alec
- Kral Charles ve bir yoksul hastalığı olarak kanser…
- Ahhh Kate Osamor bir çuval inciri berbat ettin!