İngiltere gündeminde korona vaka sayılarının düşmesi ve polise sınırsız yetki veren yasa tasarısı tartışılıyor. İngiltere’de protesto hakkını kısıtlayan ve polise sınırsız yetki veren yasa tasarısına karşı geçen cumartesi ülkenin 50 şehrinde “kill the bill-tasarıyı defet” adıyla eylemler düzenlendi. Eylemlerin sürmesi bekleniyor.
Muhafazakâr iktidar, koronavirüs önlemleri ve gündemini fırsat bilerek, “Polis ve ceza yasası”nı meclisten geçirerek, Lordlar Kamarası’na gönderdi. Başta yürüyüş ve protesto hakkı olmak üzere, ifade ve örgütlenme önünde engeller oluşturan ve polise sınırsız yetki veren tasarıya karşı eylemler gelecek hafta da devam edecek. Eylemde konuşan İşçi Partisi eski lideri Jeremy Corbyn’in dediği gibi halkın kendini ifade edebildiği protesto eylemleri çok önemli. Bu eylemler sayesinde 8 saatlik çalışma ve eşik işe eşit ücret hakları kazanıldı.
Peki her yer süt liman iken, fol yok yumurta yokken bu tasarı nereden çıktı diye sorarsanız “salgın”dan derim dostlarım. Salgında sosyal adalet dengesi emekçiler aleyhine bozuldu. Adalet yoksa barış da yoktur. Başta bankalar olmak üzere finans kapital kazancını katlarken emekçiler daha da yoksullaştı. Boris Johnson hükümeti bu tasarıyla tıpkı Tottenham isyanı gibi üç beş yıl sonra toplumsal başkaldırılar beklediklerini de satır altından aktarmış oldular. Oysa çözüm polisiye yasaklardan değil emekçilerin yaşam standardını artırmaktan geçiyor.
***
Dostlar geçen hafta da İçişleri Bakanı Priti Patel, ülkedeki sığınma sisteminin “adil ama katı” bir şekilde yenileneceğini açıkladı. Birleşik Krallık’a sığınmak için gelenlerin başvurularını değerlendirirken ülkeye hangi yollardan geldiklerine de bakılacağını belirten Patel, böylelikle insan kaçakçılarıyla mücadele edebileceklerini söyledi.
Yapılacak değişiklikler kapsamında, Birleşik Krallık’a yasadışı yollarla gelip sığınma talep edenler, yasal yollarla gelenlerle aynı haklara sahip olmayacak. Haberi okuduğumda “Böyle saçma bir uygulama olur mu” diye sordum. Örneğin Suriye’de Esad rejiminden kaçıp sığınma isteyecek bir Suriyeli, önce Esad’ın İçişleri Bakanlığı’na gidip pasaport çıkaracak, sonra Birleşik Krallık’ın Şam Konsolosluğu’na gidip vize alacak.
Konsolosluk seyahat gerekçesini sorduğunda da yalan söylemeyip “Allah izin verirse sizin ülkeye sığınmacı olarak gideceğim” diyecek. “Böyle bir vize yok ama parayı bastırırsan sana turist vizesi verelim” derlerse, uçağa binip Londra’ya gelip sığınma isteyecek… Bizim sığınmacıya buradaki görevli de büyük olasılıkla “sen kaçtığın ülkede aranmıyorsun, üstelik pasaport çıkabilecek kadar kurumları da rahatça kullanabiliyorsun” derse çuvallayıp geri gönderilecek.
Yok eğer Esad’ın zulmünden kaçmak için botla Akdeniz’i aşıp, TIR kasasında Dover’e gelebilmişse Birleşik Krallık’ta “Aaa sen yasadışı yolla geliyorsun” deyip sığınma hakkı tanınmayacak. Velev ki tanındı, bu kez de Mr. Patel’in dediği gibi “vizeli” gelen sığınmacının haklarını kullanamayacak.
Mr. Patel lafı döndürüp dolaştırmak, saçma sapan uygulamalar koymak yerine “Kardeşim biz Cenevre Sözleşmesi’nde çamura yatarak ülkemizde sığınmacı falan kabul etmek istemiyoruz” desenize. Dostlar Muhafazakâr hükümet bir önce pılını pırtısını toplayıp gitmeli. Yoksa bu ülkede de çıta iyice düşüyor, demokrasiyi savunur hale gelir olduk. Bize yazık yahu.
- Oxford Street’de Urfa’daki işçileri desteklemenin erdemi
- Namık Kemal’in Londra’daki izi
- İngiltere’de emekli maaşı 50 paket sigara karşılığında
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (II)
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (I)
- İngiltere laikliği sağlamlaştırıyor
- Emekli WASPI kadınlarının zaferi…
- İngiltere’nin simgesi Minilerin tasarımcısı: İzmirli Alec
- Kral Charles ve bir yoksul hastalığı olarak kanser…
- Ahhh Kate Osamor bir çuval inciri berbat ettin!