Gittiğim mekanları, şehirleri gerekmedikçe yazmam. Hele yediğimi içtiğimi fotoğraflayıp tarif yazmışlığım hiç yok.
Yazmam. Bu kadar yoksulluğun olduğu bir dünyada ortalığa yemek fotoğrafları saçmak, -gurmeler kızmasın ama- biraz sadistçe geliyor.
O fotoğraflar o tarifler elbette kitaplara girsin. Girmeli. O ayrı. Coğrafyaların halkların yeme kültürü önemli ve kaybolmamalı. Konumuza dönelim.
Bazen öyle bir yerle karşılaşırsınız ki, şehrin kaosundan sizi bir anda koparıp içine alır. Çıkmak istemezsiniz. İşte şimdi anlatacağım mekânda böyle eşine az rastlanır bir otel.
Epeydir duyuyordum. Limehouse Library Hotel’de odaların numara yerine ünlü yazarların, şairlerin, felsefecilerin, devrimcilerin, müzisyenlerin adıyla belirlendiğini.
Sonunda yolum düştü. İyi ki de düşmüş. Londra’nın ortasında, muhteşem bir bina. 1888 yılında İngiliz John Passmore Edwards mimari tarzıyla kütüphane olarak temeli atılmış.
Kapıdan içeri girdiğiniz anda renk cümbüşünün içine düşüyorsunuz. Rüya gibi bir şey. Hiçbir köşesi boş bırakılmamış.
Öyle gelişigüzel her şeyin doldurulduğu bir ortam anlaşılmasın. Aksine dantel gibi işlenmiş.
Biblolar, canlı çiçekler, fotoğraflar. Her baktığınız yerde bir ahenk var. Nakışlı masa örtüleriyle ev sıcaklığı hissettiren genişçe bir yemek salonu.
Çaylar İngiliz porselenlerinde servis ediliyor. Koltukların rahat olduğunu söylememe gerek yok. Yukarıda da söylediğim gibi şehrin ortasındayız ama dışarıdan içeriye sızan gürültü sıfır. Fondaki hafif müzik ninni gibi.
Ve odalar. 75 özel isimle adlandırılan, her biri ismine münhasır odalar. Koridorlarda Anadolu kilimleri. Terastaki kış bahçesi. Bir otel için hiç küçümsenmeyecek ölçüde kütüphanesi.
Zaten bina sadece otel işlevi ile sınırlandırılmamış. Ayrıca içinde mutfak sanatları eğitimi bulunan butik bir otel konumunda. Atıl durumdaki, harabe bir binayı alıp cennete çevirme fikrinin kime ait olduğunu haliyle merak ediyoruz.
Fikir babasının Önder Şahan olduğunu öğrenince çok şaşırmadım elbette. Şıp diye olmadığı ortada zaten ama şu kadarını söyleyeyim restorasyon altı yıl sürmüş. Düşünüyorum da, Limehouse Library Hotelde bir gece kalan bir dahaki gelişinde başka bir oteli aramaz.
Kapıdan çıkarken bu mekânı bir tablo gibi eşsiz kılan güzelliğin kaynağı neydi acaba dedim. Bence tılsım sanatta. Sanatın değip de güzelleştirmediği ne var? Sanatın iyi gelmediği hiçbir şey yok. Hayatınızdan eksik olmasın.