Eğitim, insan ve felsefe. Bu üç kavramı birbirinden ayırabilmek mümkün müdür? İster öğrenci, ister öğretmen, isterse veli olsun, toplumdaki birçok insan, eğitim ve eğitimli insan neyse de, “felsefeye ne gerek var? Felsefe ne işimize yarayacak ki” diye düşünebilir. Dahası düşünmektedir de…
Yalnızca veliler, öğretmenler ve öğrenciler değil, toplum içerisinde etkili ve yetkili konumda bulunan, “kanaat önderi” olarak görülüp düşüncelerine değer verilen birçok kişi de dahildir bunlara. Ne var ki işin aslı hiç de öyle değildir. Çünkü böylesi düşüncelere kapılan ya da bu tür düşünceleri telaffuz edenler yanılmaktadırlar. Kendi yanılgılarını, yanılsamalarını yüksek perdeden dile getirip yaygınlaştırmakla da başkalarının; özellikle de düşünme, sorma, sorgulama alışkanlığına sahip olmayanların ya da yeni başlayanların yanlışlarına zemin hazırlamaktadırlar. Toplumun büyük bir kesiminin başlangıçta gereksiz gördüğü felsefeden, giderek korkmalarına da neden olmaktadırlar.
“Nasıl bir eğitim?” sorusunun altında yatan, dünyanın her yerinde, birilerinin “Nasıl bir insan istiyoruz?”, “Nasıl bir toplum istiyoruz?” sorularına verdiği yanıtlardır
Böyle düşünen insanlarla karşılaştıkça, şairin “derya içre olup da / deryayı bilmeyen balıklar misali” dizeleri gelir aklıma… Ve merak ederim hemen: Bu insanların felsefeye ilişkin dile getirdikleri, art niyetli ve peşin hükümlü düşünceler ne denli bilinçli ya da bilinçsizce, diye… Çünkü bu iki tutum arasında dağlar kadar fark vardır.
Bilinçli bir biçimde bu düşünceleri yayan ve yaygınlaştıranlar, aslında kendilerinin dışında kalan ve etkisi altına aldıkları insanları, içinde bulundukları deryada o deryayı bilmeden, anlamadan, sormadan, sorgulamadan yaşayan balıklar gibi tutmak isteyenlerdir. Bilinçsizce bu düşünceleri dile getirenler ise kendilerinin de ne durumda bulunduğunun farkında olmayan, aslında bir balık misali yaşayan ve yalnızca duyduklarını ya da kulaklarına fısıldananı yaymaktan başka işlevi olmayanlardır. Bilinçli ya da bilinçsizce birincilerin hizmetkârlığını yapmaktadırlar. (Birincilerin kimin/kimlerin hizmetkârlığını yaptıkları ve karşılığında ne ya da neler aldıkları/ umdukları ise apayrı bir konudur.)
Oysa bunu yaparken, şunu da unutmakta ya da anımsamamaktadırlar: Bilinçli ya da bilinçsizce, gönüllü ya da gönülsüzce, hizmetkârlar ve hizmetkârlığa amade olanlar var olduğu sürece efendiler ve onların farklı kılıklar altındaki temsilcileri hiç eksik olmayacaktır. Tarih boyunca olduğu gibi, yerlileri bulunamadığında Atlantik’in öte ya da beri yakasından, eski ya da yeni kıtadan, “allanıp pullanmış” olarak arz-ı endam eyleyiverecektir “sıfır kilometre”de birileri… Bilin bakalım: Kimin için ve kimlerin adına?
Devam Edecek…



ENFIELD
HACKNEY
HARINGEY
ISLINGTON










