Dünya Tiyatro Günü tam 55 yıldır her ilkbaharda kutlanıyor. Tiyatro öyle güçlü ki her şeye direniyor, her şeye karşın hayatta kalıyor, savaşları, sansürleri, parasızlığı aşıp geçiyor.
“Dekor, belirsiz bir çağa ait çıplak bir sahne” deyip bir aktöre antre yaptırmak yeterli, ya da bir aktrise… Aktör ne yapacak? Aktris ne diyecek? Seyirci bekliyor, birazdan öğrenecek; o seyirci olmadan tiyatro da olmaz, bunu da unutmayalım.
Salonda bir kişi de olsa o seyircidir. Dünya Tiyatro Günü 55 yıldır var. Bu 55 yıl içinde bildiriyi, mesajı hazırlaması istenen birisiyim . “Mesaj” sözcüğü uygun mu pek bilemiyorum.
Seleflerim imgelem tiyatrosundan, özgürlük tiyatrosundan, kökenler tiyatrosundan söz etmişler, çok kültürlülüğe, güzelliğe, yanıtsız sorulara değinmişler…2013’te, yani sadece dört yıl önce Dario Fo demiş ki: “Günümüzün krizini aşmak için de tek umut bizlere, özellikle de tiyatro sanatını öğrenmek isteyen genç insanlara yönelik büyük bir cadı avının düzenlenmesidir: Böylece yeni bir oyuncular diasporası doğacak ve onlar bu baskıdan akla hayale gelmedik yararlar sağlayarak yepyeni temsiller yaratacaklardır.”
Akla hayale gelmedik yararlar; bir siyasi partinin programında yer almayı hak eden güzel bir formül değil mi? Bir başkanlık seçiminin hemen öncesinde Paris’te olduğuma göre, bizi yönetmek istedikleri anlaşılanlara tiyatronun sunduğu akla hayale gelmedik yararları hatırlatmak isterim. Sanırım tiyatro bizi seviyor, biz onu ne kadar seviyorsak…