Türkiye’nin en tanınmış gazeteci ve yazarları arasında bulunan Ece Temelkuran, İngilizce yazdığı ve aralarında Türkçe’nin de bulunduğu çok sayıda dile çevrilen son çalışması ‘Bir Ülke Nasıl Kaybedilir’(How to Lose a Country) isimli kitabını Londra merkezli Türkiye araştırmaları merkezi (CEFTUS) ‘un ev sahipliğinde Lordlar Kamarası’nda düzenlenen bir toplantı ile tanıttı.
Lord David Watts’un ev sahipliği yaptığı ve toplantının moderatörlüğünü Lordlar Kamarası üyesi ve ünlü akademisyen-düşünce adamı Maurice Glasman üstlendi. Yoğun ilgi nedeni ile toplantı salonu iki kez değiştirildi.
Ece Temelkuran konuşmasına, İngilizce olarak yazdığı ve aralarında Türkçe’nin de bulunduğu farklı dillere çevrilen kitabının odağının ve hedef kitlesinin sadece Türkiye olmadığını vurgulayarak başladı. Sağcı popülizmin küresel yükselişine ilişkin kendi gözlemleri ile Türk vatandaşlarının geçmiş yirmi yıldaki Türkiye’de yaşadıkları deneyimi baz alan bir çalışma yaptığını anlatan Temelkuran kitabının, Türkiye deneyiminin Avrupa ve Amerika için uyarıcı olmasını hedeflediğini kaydetti. Yazar, kolektif, uluslarüstü bir güç ve irade ile sağcı popülizmin küresel yükselişine karşı koyulabileceğini savundu.
Kısırdöngü yaratan muhalefet politikalarından kaçınmak gerektiğini belirten Temelkuran, Türkiye’de, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve destekçileri hakkında, ‘nasıl bu kadar acımasız olabiliyorlar?’ ve ‘siyaset nasıl bu kadar saçma hale geldi?’ türü tepkilerin, karşı karşıya olduğumuz politik gerçekleri değiştirmedini ve uygulanabilir bir muhalefet stratejisi yaratamadığını kaydetti.
K o n u ş m a s ı sırasında Lord Glasman’ın da sorularını yanıtlayan Ece Temelkuran, popülizmin siyaseti kutuplaştırmalara indirgeyerek kendine alan yarattığını ifade etti. Kemalist – Müslüman çoğunluk, Brexit’ciler-AB yanlıları, Gerçek Amerikalılar- Amerkan vatandaşları.. gibi ayrılıklar temelli tartışmaların, yalnızca popülizmin gerçek dinamiklerini gizlemeye hizmet edeceğini savunan
Temlkuran, kitabın kapağında yer alan ‘Diktatörlüğe giden yedi yol’u ise şöyle anlattı : “Bu yöndeki ilk adım, ‘kitleleri sürükleyecek bir hareket’ yaratmaktır. İnsanlara, onlarca yıl süren ve demokrasi kavramından sosyal adaleti çıkaran yönü ile vatandaşların temsili demokrasiye inançlarını yitirmesine neden olan neo-liberalleşmeye alternatif bir değişim vaat eden bir ‘hareket.’ İkinci olarak yapılması gereken, gerçeklik algısını bozmak ve kullanılan siyaset dilini terörize etmektir. Bundan sonraki üçüncü adım kamusal alandan utancı, her türlü ahlaki normu kaldırmaktır. Bu post-gerçeklik olarak adlandırılabilecek durumun yükselişinin yolunu açan şey utançtan kurtulmaktır.
Yargı ve siyaset mekanizmalarını ayırmak ve etkisizleştirmek diktatörlüğe giden dördüncü adım; rejimin kendi vatandaşlarını yaratmaya koyulması ise beşinci adım olarak görülebilir. Bu ideal vatandaş yaratma süreci henüz Avrupa’nın görmediği ancak Türkiye’de yetişen yeni jenerasyonlarda gözlemlenebilen bir durum. Rejim, ideal ölçülerine uymayı reddedenleri de hapse atıyor veya takip alıyor. Kitabımda altıncı adım olarak, siyasi mizahın bir sembol ve direniş aracından çok muhalefetin içinde saklanabileceği konforlu bir sığınağa indirgenmesine işaret ettim. Bütün bunlardan sonra, son adımda kendi ülkenizi kurmak; ideal vatandaşlar tasarlandıktan sonra, ülke tamamen rejime ve onların takipçilerine aittir.”