Memet Ali Alabora, 2013 yılındaki Gezi eylemlerinin ardından, belli kesimler tarafından hedef gösterilince Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı.
5 yıldır Galler’de yaşayan Alabora, zorlukla geçen 2 yılın ardından eşi Pınar Öğün’ün öncülüğünde kurulan Be Aware Production bünyesinde üretimlerine tekrar başladı.
Meltem Arıkan, Pınar Öğün ve Memet Ali Alabora’nın katkılarıyla yapılan üretim-lerin ilki ‘Exhibit’ isimli kısa film oldu. “Enough is Enough” Be Aware’ın ilk tiyatro projesi. Oyun 3 Haziran’da Londra’da Türkiyeli izleyicisi ile buluşacak. Oyunun yönetmenliğini üstlenen Memet Ali Alabora ile Gezi’yi ve Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldıktan sonra yaşadıklarını konuştuk. Sorularımıza Alabora ile birlikte aynı süreci yaşayarak Galler’e yerleşen, Pınar Öğün ve Meltem Arıkan da cevap verdiler. Üçlü, Be Aware bünyesinde üretimlerine devam ediyor.
Gezinin beşinci yılını geride bıraktık. Geriye dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz?
Memet Ali Alabora: Benim için artık Gezi hem toplumsal hem de kişisel bir dönüm noktası olarak hayatımda yer alacak. Toplumsal olarak Gezi’yi ben; dünyada 1999 yılında Seattle ile başlayan, “başka bir dünya mümkün” sloganıyla gelişen, 2002 ve 2003 yıllarında savaş karşıtı hareketlerle dönüşen, 2010 yılından sonra dijital bir boyut kazanan, 2011, 2012 ve 2013’te dünyanın çeşitli yerlerinde ve dijital ortamlarda farklı şekillerde ortaya çıkan; hiyerarşik yapıları katı olmayan, liderliği net belirlenmemiş, anlık özelikleri çok fazla olan, ademi merkeziyetçi, rizomatik, yayılan/kaplayan/sıçrayan, yaratıcılığın öne plana çıktığı ve mizah yüklü hareketlerin, bir dönem açısından finali olarak anacağım. Gezi, 2013 yılından sonra internetin ve dijital özgürlüklerin, devletlerin de desteği ile merkeziyetçi dev firmalar tarafından neredeyse mutlak hakimiyet altına alınması ve İnternet Suncuları Ağı (World Wide Web)’nın kurucusu Tim Berners-Lee’nin dediği gibi “Dünya’nın En Büyük Gözetleme Ağı”na (“World’s Largest Surveillance Network”) dönüşmesi ile, daha önce eşi görülmemiş bir eylemlilik tarzının dünya çapındaki son örneklerinden biri oldu. Bu bana neler hissettiriyor? Bir taraftan çok uzakta, bir taraftan dün gibi, onun için hem heyecan, hem öfke, hem hüzün, hem kırgınlık, hem umut, hem umutsuzluk hissettiriyor. Hala durmadan Gezi’yi konuşuyoruz, onun için hala çok sıcak, onun için tüm hissettirdikleri de çok sıcak. Kişisel olarak ise hayatımın tümden değiştiği bir dönüm noktası. Sadece kişisel olarak düşündüğümde kalbimle boğazım arasında, tarif edemediğim bir yumru hissediyorum.
Pınar Öğün: Gezi deyince aklıma bugün de hâlâ etkisi devam eden o zamanlar yaşadığım müthiş anksiyete ataklarım geliyor. Nasıl oluyor da akıl almaz bağlantılar, kurmaca suçlamalarla, kendi insanına “kapa çeneni” dediler! Oysa o zamanlar tek ihtiyaç olunan şey dinleyecek bir çift kulak, anlayış ve merhametti. Doğanın masumiyetinde dans eden, sohbet eden, paylaşan, bir insan olma haliydi Gezi Parkı. Oraya gelen çocuklar, gençler, yaşlılar, engelliler, erkek, kadın, LGBTİ, o din, bu din fark etmeden, her yaştan, her kültürden, her fikirden insan bir şeylerden sıkıntılıydı ve bunu dile getirmeye kaynaşmaya anlamaya ve anlaşılmaya ihtiyaç duymuşlardı. Böyle bir dünya mümkün ve ben buna çok inanıyorum. Ancak mümkün olmasını istemeyen bir zihniyet dünyayı yönetiyor. Biz de bu zihniyetin kurbanlarından sadece bir kaçıyız.
‘YENİ NESİL APOLİTİK DEĞİL’
Meltem Arıkan: Gezinin başlangıcı ve gelişim süreci benim için büyük bir sürpriz olmuştu. O dönemlerde sık sık makaleler yazdığım “dijital dünyaya geçiş” sürecinin de bir kanıtı gibiydi içinde pek çok ama’ları barındıran… Hem büyük bir umut hem de büyük bir umutsuzluk…
Gezi’den önce yazdığım ve pek çok suçlamalara maruz kaldığımız “Mi Minör” oyununu yazarken tek bir şey söylemiştim; “yeni nesil doğru anlaşılamıyor, onlar apolitik değil sadece düşünce biçimleri ve algıları farklı. Göreceksiniz bizim oyunumuzu en çok onlar anlayacak”. O süreç bana hem ne kadar haklı olduğumu hemde ne kadar haksız olduğumu gösterdi. Ne yazık ki statüko anlamadığı gençleri saf dışı bırakmayı başararak tıpkı kendilerine benzeyen tuhaf bir gençlik yaratmayı başardı… Beş yıl sonra buradan baktığımda sadece burukluk ve yoğun bir hüzün hissediyorum….
Be Aware oluşum sürecinden bahsedebilir miyiz? Neler yapmayı hede-fliyorsunuz?
Memet Ali Alabora: Be Aware’i Pınar kurdu, tabii ki hepimiz sürecin içindeydik, ama sanırım o anlatırsa daha iyi olacak.
Pınar Öğün: Pınar kurdu, deyip topu bana attı Memet Ali, peki ben şöyle izah edeyim: Ben kağıt üzerinde kurmuş olabilirim ancak Memet Ali Alabora, Meltem Arıkan, Üstün Çanga, Melin Edomwonyi, Ege Arıkan, Glesni Price Jones ol-masaydı bu şirket bugünkü gücünü oluşturamazdı. Çok büyük bir emeğin, umudun ve birlikteliğin çatısı Be Aware Productions. Dişimizi tırnağımıza takıp bütün yaralarımızı ürettiğimiz işlerle sardığımız, iyileştirdiğimiz bir revir görevini de görüyor aynı zamanda çünkü ürettiklerimiz bizi güçlendiriyor, iştahlandırıyor ve hayata döndürüyor. Özgür ifade ve düşüncenin pratiğe geçmesinde bize alan açıyor.
İlk geldiğimiz zamanlarda sanat çevresinden her karşılaştığımız kişi bize, “peki siz bir yapım şirketi misiniz, tiyatro kumpanyası mısnız?” diye soruyordu. 2015 yılının başına geldiğimizde artık kendi işlerimizi başkalarının kararlarına bağlı kalmaksızın üretmek gerekliliğini hissetmeye başladık. Meltem Abla’nın yazdığı kısa bir oyun vardı, ben de onu bir kısa film yapmak istedim. Be Aware’ı kurduk, ilk işi de kısa filmimiz ‘Exhibit’ oldu. Exhibit’i Vimeo On Demand ya da Ama-zon’dan izleyebilirsiniz.’Enough is Enough’ da Be Aware’ın ilk tiyatro projesi oldu. Şu anda yeni oyunumuza hazırlanıyoruz. Bir taraftan da benim çekmek istediğim bir kaç şey var onlara hazırlanıyorum, müzik klibi, kısa film falan. Hedefimiz görsel-işitsel ve gösteri sanatları alanlarında yenilikçi, uluslararası görünürlüğü olan işler üretmek.
‘İLK İKİ YIL KOLAY GEÇMEDİ’
Tüm bu süreç aynı zamanda kendinizi yeniden inşaa etme süreci. Bu süreç nasıl geçti sizler için?
Memet Ali Alabora: Öncelikle şunu söyleyeyim, bu süreç geçmedi, hala geçiyor. Ben bu süreci şöyle yaşıyorum: Genelde insanlar “bana bir şans daha verilseydi, şunu şöyle yapmazdım” ya da “bir daha dünyaya gelsem, şöyle şöyle yaparım” gibi şeyler söylerler. İşte önümüzde hayatımızı bir kez daha inşa et-mek için bir seçim var; aynı şeyleri yapmak, aynı yollardan gitmek zorunda olmadığımız; istersek gidebileceğimiz… Özelikle ilk iki yıl bu açıdan kolay geçmedi. Sonunda kendi işlerimizi üretmenin bizim için en hayati şey olduğuna vakıf olduk. Bir şeyi bilmekle gerçekten vakıf olmak arasında fark var, bu ken-dinizle ilgili bir şeyse süreç daha da karmaşık olabiliyor. Kendimizi, üreterek ye-niden inşa etmeye çalışıyoruz.
Pınar Öğün: Öyle ya da böyle başımıza gelen şeyler, yaşadığımız süreç olağanüstü zor, bu tartışılmaz. Ancak şunu belirtmek lazım. Benim için en azından bu az sonra söyleyeceğim şey çok geçerli. Bizimki ve benzeri süreçler yaşayan insanlar ya bu sürecin kurbanı olarak kalıyor ya da hayatta kalmak ve mücadele etmek için dişini tırnağına geçirip mücadele ediyor. Tüm im-kansızlıklara rağmen tüm içini acıtan gerçeklere rağmen yılmadan pes etmeden birbirinin gözyaşlarını silerek, acılarını, sıkıntılarını, delirme anlarını anlayarak, birbirine tutunarak üretmek, keyif almak ve yaşamı yaşanır hale getirmek. Bunu size sizden başkası yani kendinizden başkası sunamıyor maalesef. Kendinizi belki de ilk kez en çaresiz haliyle öğreniyor ve kırılganlıklarınız ile yüzleşip ken-dinizi tekrar yapılandırmaya, anlamaya ve yaşama kazandırmaya başlıyorsunuz. Memet Ali haklı, bu süreç hep var olacak bir süreç. Değişmeyen tek şey değişimdir öyle değil mi?
Meltem Arıkan: Bu süreç hepimizi için çok zor oldu ama benim için biraz daha zor diyebilirim çünkü bu süreç içinde beyin kanserinden eşimi kaybettim. Onun hastalığı sürecinde Türkiye’ye gidip gelebilirken darbe girişiminin ardından hakkımızda yapılan yeni suçlamalar nedeniyle yine ülkeye dönemez hale geldim. Samimiyetle söyleyebilirim ki eğer Pınar’lar ve oğlum olmasaydı bu süreci atlatabilir miydim bilmiyorum. İnsanların acımasızlıkları, vicdansızlıkları ve iki yüzlülükleri bu dönemde hepimizin canını çok acıttı. Ancak bütün yaşadıklarım benim içimde büyük bir değişime yol açtı ve bunun sonucunda ‘Tek Bildikleri Aşktı’ romanını yazdım. Bu roman şu anda Türkiye’de basılmış durumda. Ayrıca hayatı bambaşka bir şekilde okumayı öğrendim o nedenle de tüm yaşadıklarımın sonunda sevginin ve sevgisizliğin insan hayatındaki en önemli şey olduğunu öğrendiğimi söyleyebilirim.
Enough is Enough Britanya’da yaşanmış gerçek olaylardan yola çıkarak yazılmış bir oyun. Bu hikayeleri dinlerken ve kaleme alırken, Türkiye ile benzerlikler buldunuz mu? Ayrılan ya da ortaklaşan noktalar var mıydı?
Memet Ali Alabora: ‘Enough is Enough’ için Meltem’in daha önce yazdığı ve 2007’de garajistanbul’da sahnelemiş olduğumuz ‘Oyunu Bozuyorum’un metni ile yola çıktık. Meltem o yılardan beri kadına karşı şiddetin belli bir coğrafyanın sorunu olmadığını, tüm dünyanın ataerkil düzenin kurbanı olduğunu anlatmaya çalışır. Bu oyuna da böyle bir motivasyonla başladı, bence kendi anlatsa daha iyi olacak..