İki keşişin imparatordan kaçıp, sığındığı 1250 metre yükseklikteki mağara, 4’üncü asırdan 14’üncü asra kadar değişik din adamlarının ellerinden bugünkü haline gelmiş. Ancak fresklerin yüzleri kazınmış.
Gelen adını yazmış, giden ismini kazımış. Yaz aylarında 5 bin kişi Sümela manastırına tırmanıyor.
Ve gezimizin son durağı Trabzon. Şu günlerde camiye dönüşecek olan Ayasofya Kilisesi ve Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sadece 2 gece kaldığı “ Atatürk Köşkü”.
Gezimizin son günü.
Akşama İstanbul’a döneceğiz. Erkenden kalkıp, Maçka’dan Sümela’ya doğru yola çıktık. Hepimiz heyecanla fotoğraflarını gördüğümüz bu ünlü manastırı merakla bekliyoruz. Gezi boyunca gördüğümüz yeşilliği, ormanı, nehir, çağlayan, ırmağı, çiçekleri yazmaktan usanmadım. Bugün de yine aynısını yazacağım. Bu sefer rehberimiz genç bir hanım, adı Özlem. Doğma büyüme Trabzon’lu. Bize dağlarda gördüğümüz mor çiçekleri anlatıyor. Ağu gülü, orman gülü veya komar çiçeği dendiğini söylüyor. Nasıl güzeller, anlatmak olanaksız.
Arıların bu çiçeklerden yaptığı bala “ deli bal” dendiğini ve bazılarında şok alerjik etki yaratarak, ölüme kadar yol açan rahatsızlıklara yol açtığını söylüyor genç rehberimiz. Deli gibi güzel çiçeklerin, “deli bal” a dönüşmesini yadırgamıyoruz. Altındere Vadisi Milli Parkından geçiyoruz. Yine kıvrılarak yukarlara çıkıyoruz. Ve sonunda Sümela Manastırı yazılı duraklama noktasına geliyoruz. Yolumuza buradan minibüsle devam edip, manastır için 150-200 basamaklık yokuşu çıkıyoruz. Sabah saat 9. Ve bizden başka henüz ziyaretçi yok. Sümela’yı konakladığımız yerde uzaktan gördük. Merdivenler bitip, manastırın içine girince, o muhteşem manastır yerine arkasını görüyoruz. Asıl manastır o görünen yerin arkasında. Rehberimiz, Roma İmparatorluğu döneminde dini inanışlarını gizli yaşamak isteyen iki keşişin dağ, tepe yol alıp, bu geniş mağarayı bulunca burada yaşamaya karar verdiğini ve 385 yılında Sümela’nın inşasına başlandığını söylüyor. Bu manastırın başka isimleri de var. “Karadağın Bakiresi” veya “ Meryem Ana Manastırı”. Atinalı keşişler Aziz Barnabas ile Aziz Sophoroinos, aslında ayrı ayrı aynı rüyayı görürler. Meryem Ana’dır gördükleri rüyalarında. Kendilerinden, Karadağlar’da adına bir manastır yapmalarını istemektedir. İkisi de aynı rüyayı gördüklerini anlayınca, Gemi ile Atina’dan yola çıkarlar. Önce Trabzon’a, ardından Maçka’ya gelirler.Sonra dağlar, nehirler aşarak bu büyük kaya ovuğunu görürler. Kiliseyi buraya yapmaya karar verirler. Yıl 385’dir. Ve Maçka’nın ünlü taşlarıyla, yumurta akı kullanarak manastırı inşa etmeye başlarlar.
Kiliseden başlayan yapı, yıllar içinde manastıra dönüşür. Su kemerleri ile sular aşağılardan dağa çıkartılır. Öğrenciler gelmeye başlayınca kalacak odalar, yemekhane inşa edilir. Nüfusun artışı ve ihtiyaca göre de yapı şekillenir. 385’de başlayan yapı 14’üncü asırda son şeklini alır. İnşaatı 10 asır süren manastırda 72 öğrenci odası, şarap mahzenleri bulunuyor.
Bu çeşit rivayet ve efsanelerin basit bir Hıristiyanlık gayreti ile yaratıldığı ve mütemadiyen tekrarlanarak adeta zorla kabul ettirildiği de söyleniyor. Meryem (Panaghia) adına kurulan bu manastırın, Yunan dili Grekçe Sumela adının esasını, kara, siyah, karanlık anlamlarına gelen Melas kelimesinden aldığı söylenir. Bu tesisin kurulduğu vadinin ve dağın koyu renginden dolayı mı verildiği fikrinde olanlar da vardır.Sumela kelimesinin, buradaki Meryem ikonasının (tasviri) bir sıfatı da olabileceği söyleniyor. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Gümüşhane’den çıkartılan gümüşün vergisi manastıra gelir olarak verilir. Yavuz Sultan Selim, Trabzon valisi iken burada tedavi görür.
Son Trabzon Komnenos’ları da Sumela Manastırı’nı yeni fermanlar ile zenginleştirip, vakıflarını tasdik etmişler. Trabzon ve havalisi Türk idaresine geçtikten sonra Osmanlı Sultanları, Aynaroz’da, Sina’da ve daha birçok manastırda da olduğu gibi Sumela’nın eski hak ve hukukunu dikkatle korumuşlar, hatta buraya imtiyazlar vermişler, bazı hediyeler de yollamışlar. Nitekim Sumela’da bulunan iki şamdan, Yavuz I. Selim (1512-1520)’ in bir hediyesi olarak biliniyordu.
Burada ayrıca Trabzon fatihi II.Mehmed’in de manastırın haklarını tanıdığını bildiren bir fermanı muhafaza ediliyordu. Burada Sultan II.Bayazıd, I.Selim, II.Selim, III.Murad, İbrahim, IV.Mehmed, II.Süleyman, Mustafa ve III.Ahmed tarafından verilmiş fermanlar bulunduğu da bildirilmektedir. 1923 yılında kadar Ortodoks Hristiyanların yaşadığı manastır, mübadele sırasında hediyeleri, hazinesi ile dağın arka yamacındaki Aziz Barbara kilisesine gömülerek Türkiye Cumhuriyetine teslim edilir. Kilisenin faaliyetleri durdurularak, müzeye dönüştürülür.