Londra’nın buhar gibi ağır bir gününde izledim Old Fools’u. Sahnedeki sıcaklık, yalnız havadan değil; sahnelenen hayatın içimizi sıkan gerçekliğindendi.
Tristan Bernays’in metni, Çağ Çalışkur’un rejisiyle İstanbul’dan Londra’ya taşındı. Oyuncular İdil Sivritepe ve Olgu Baran, aşkın, belleğin ve unutmanın sınırlarında ustalıkla dolaştılar.
Eda Çatalçam
Tiyatrocu, eğitmen ve Mavi Productions’un kurucusu
Zamanın İçinden Geçen Bir Anlatı
Oyun, seyircisini klasik anlamda sahnede değil, fuayede karşılıyor. Tom’un konuşmasıyla, bir anda izleyiciden tanığa, müzikli bir geçmişin dinleyicisine dönüşüyoruz. Viv ise aramızda, tıpkı geçmişte kalan bir hatıra gibi. Böylece sahneye geçişimiz, geçmişin peşinden bir yürüyüşe dönüşüyor.
Sahne, ince uzun bir podyum. Aramızda duran bu çizgi zamanın ta kendisi. Oyunun başında bir gece kulübü olan sahne sonunda ise bir yaşam hattına dönüşüyor. Seyirciler iki yana bölünmüş; bir yanda Viv, bir yanda Tom.
Aralarındaki mesafe, aşkın başlangıcı ile sonu arasındaki kırılgan mesafeyi temsil ediyor. Bellek, dans gibi… yakınlaşıyor, uzaklaşıyor, sonra sessizce dağılıyor.
Belleğin Kırılgan Çizgisinde
Tom’un Alzheimer’la silinen hafızasında gezinirken, sahnede çağrışımlar dağınık, ani ve derin. Viv, zaman zaman kızı Alice, doktoru ya da annesi olarak beliriyor.
Bu dönüşümler, sadece oyunculuk becerisi değil, aynı zamanda belleğin parçalanmış yapısının sahnede vücut bulmuş hali.
Derrida’nın dediği gibi: “Arşiv, hatırlamak için kurulur; ama hep biraz da unutur.” İşte bu oyun, tam da bu unutma payında yankı buluyor.
Oyunda bir doktor şöyle diyor: “Zihin, tehdit algılayınca kendine saldırır.” Bu tanım, Tom’un yaşadığı yalnızlıkla birleşince bir çağrışım fırtınasına dönüşüyor. Can Yücel’in dizeleri kulağımda çınlıyor: “Bana bir varmış de, ama bir yokmuş deme… içime dokunuyor.”
İdil Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyunculukları ise hafızanın kıyılarında sörf yapmak gibi; dalgalarla gelen duygular, ustalıkla karşılanıyor. Sahnedeki fiziksel sadelik, anlatının duygusal yoğunluğunu büyütüyor. Işık, müzik ve sessizlikle kurulan atmosfer, Tom’un zihnindeki boşluklarla örtüşüyor.
Hayat arşivlerden oluşan bir bellekler bütünü olabilir mi?
Oyun sonunda, ellerimde görünmez bir tozu silkeleme isteği hissettim. Belki Tom’un belleğinden sızan hayaletleri üzerimden atmak, belki de kendi hafızamla yüzleşmek içindi. Old Fools, aşkın hatırlama ve unutma arasında sıkışmış halini, sade ama güçlü bir dille anlatıyor.
Yaşanan her şeyin sonunda unutulacak olması, oyunun değil, hayatın trajedisi. Oyun sonrasında bende beliren soruyu buraya bırakıyorum: Hayat gerçekten de arşivlerden oluşan bir bellekler bütünü olabilir mi?



ENFIELD
HACKNEY
HARINGEY
ISLINGTON











