Rekabet sağlıklı gelişimin ihtiyaç duyduğu dürtülerdendir. Hayatta kalmanın ve öne geçme arzusunun doğal sonucu olarak farkında olarak yada olmayarak kendimizi rekabet süreçlerinde ilerlerken buluruz. Rekabette haset duygusunda olduğu gibi yıkıcı yada geliştirici olabilir. Bunun yıkıcı özelliği yine hesatte olduğu gibi diğerine düşmanca kin ve öfke duygularını besleyerek rakibiyle ilişkinin kurulduğu durumlarda geliştirici olmaktan çok hırpalayıcı duygularla boğuşmamize neden olacağından bizi besleyici özelliği zamanla törpülenecektir. Oysaki şunun farkına varmak çok işimize yarar. Ortak yönde ilerleyen ve aynı şeyleri yapan insanlar arasında rekabet doğal olarak doğar ve işbirliği hem bizim hemde rakibimizin gelişimine katkı sağlayacağı için kazan kazan sonucuna ulaşırız.
Peki rekabet kadın ve erkekte ne şekillerde vuku buluyor? Birçok kültürde olduğu gibi bizim kültürümüzde de erkekler rekabet ilişkilerine erken yaşlardan itibaren kadınlara göre çok daha iyi hazırlatılırlar. Hatta erkeğin rekabette bulunması her durumda teşvik edilir ve erkekliğin tanımlarından biri gibi görülür. Toplum erkeğin kırılgan yönlerini görmeyi red ettiği gibi rekabetten kaçan erkeği de zayıf ve işe yaramaz görür. Dolayısıyla rakabet etmeyi seçmeme şansı verilmez erkeğe. Bu da üzerinde sürekli başarma ve performansının iyi olması gibi bir sorumluluk duygusuyla hareket ettirir erkeği.
Diğer taraftan kadın rekabetten uzak tutulduğu gibi ondan artı özelliklerini fazla belli etmemesi, alçak gönüllü görünmezse sevilmeyeceği korkusu aşılanır. Dolayısıyla kadın rekabeti seçmeme özgürlüğüne sahip olmakla beraber olası potensiyellerini örtmüş hatta onların gelişimi için adım atmaya teşvik edilmemiştir. Bu çerçevenin içine sığamamış kadınlar ise genellikle toplum gözünde aşı, isyankar yada uyumsuz olmakla suçlandığı gibi yaşamda zorlandıklarında ihtiyaçları olan desteği almaktandan yoksun bırakıldıkları olmuştur.
Kadın ve erkek bu iki yönlü cinsiyet ayrımıyla keskin ayrı uçlara doğru eğitildiklerinde çevreyle uyum ile içsel çatışma arasında sıkışıp kalabiliyorlar. Böyle olduğunda kimi zaman doyum bulamayan içsel rekabet ve öne çıkma, parlama istiyaçları doyrulmamış bireyler ortaya çıkıyor. Çatışma içsel olduğu kadar dışsal olarakta devam edeceğinden aile, sosyal ve çevresel ilişkilerinde huzursuzluk ve mutsuzluk yaşamaları ihtimali yükselecektir.
Çatışmayı en aza indirmenin en iyi yollarından biri yetiştirdiğimiz kız ve erkek çocuklarına yaklaşımlarımızda eşit ve adil bir yaklaşım sergilemek ve erkek ve kız çocuğunun cinsiyetinden bağımsız olarak onların kendilerine özel becerilerini öne çıkarmalarında olumlu teşviklerle yanlarında olduğumuzu hissetirmemizle mümkündür.
Tabii hepimiz bir ailenin çocuğu olduğumuz gibi bir yada birçok toplumunda parçasıyız. Ailede yakalanacak bu olumlu tutum yeterli olmayabilir. Çocuk dışarıda maruz kaldığı kültürün değişmesi güç cinsiyet dengeleriyle yüzleşeceği için benzer çatışmalar ve karmaşa dışarından içeri kız ve erkeği yukarıda bahsettiğim yönlerde etkilemeye devam edecektir. Bu düdümda da aile koruyucu, kabullenici ve onarıcı görevini sürdürmeye devam ettiğinde işte o zaman kalıcı ve öz güveni yüksek, kendini tanıyan ve farklılıklarından ötürü kendini gizleme gereği hissetmeyecek kadın ve erkekler yetiştirebiliriz.