Rus mimarisinden, İzmir saat kulesine, Hollanda evlerinden, İngiliz yapı stiline, Osmanlı mimarisinden Çin evine.. Değişik mimarili bir kent.. Gürcistan’ın başkent Tiflis’ten sonraki en büyük kenti Batum, 2 bin kişilik Türk nüfusu, Türk müteahhitlerin yapılaşmadaki etkenliği ile sınırlarımıza en yakın yerleşim yeri. Sarp sınır kapısından geçtikten 15 dakika sonra Batum’dayız.. Günü birlik vizeyle girilen Karadeniz kıyısındaki bu narenciye bahçeleri ve dev yapılar arasındaki kent, 150 binlik nüfusunun yaz aylarında 800 bine ulaşmasıyla ünlü. Türkiye’den bir yıldır vizesiz geçişler nedeniyle iki ülke arasındaki insan trafiği oldukça yüksek.
Geceyi Hopa’da geçiriyor. Hopa’da ilk defa aynı otelde iki gece üst üste kalacağımız için bavul-açıp kapamayacağımızdan halimizden memnunuz. Hopa’dan kısa bir yolculukla, uzun bir tünelden sonra Sarp sınır kapısına varıyoruz. Bir taraf Türkiye, karşımız Georgia yani Gürcistan. Bir yıldır karşılıklı kaldırılan vizeler nedeniyle iki taraflı geçiş, trafiği oldukça artırmış. Kimliklerimizi tur rehberimiz sevgili Yamaç Ongan’a veriyoruz. Vizelerimizi alıyor ve tek tek gümrükten geçip, Gürcü topraklarına adım atıyoruz. Otobüsümüze binip, yola devam ediyoruz. Türkiye sınırından sonra Batum, sadece 20 kilometre. Ve Karadeniz’de hilal şeklinde 7 km. Boyunca uzanmış, yemyeşil, yarı tropik iklime sahip eşsiz bir kent.
Yolun iki yakası okaliptus ağaçlarıyla dolu. Bu ağaçlar, su çekme özelliği nedeniyle Batum bataklığını kurutmak için ekilmiş, başarılı da olmuş. Türkiye’de Bayburt’ta doğan ve dünyanın en hızlı akan üçüncü nehri olan Çoruh, burada Karadeniz’e dökülüyor. Çok geniş bir havzası var. Yol üzerinde Gonio Asparos Kalesini ziyaret ediyoruz. Romalılardan kalma eserleri müzede inceliyoruz. Sonra yeniden yola devam diyor ve Batum’a giriyoruz. Yer yer Akdeniz’i anımsatan, İzmir Konak’taki Saat Kulesinin minik modeliyle bizi şaşırtan, ancak sırasıyla çarlık Rusya, Çin, Türk, Hollanda, İngiliz mimarisiyle daha da şaşırtan bir mimari tarza sahip bu büyük kent. Son yıllarda Türk müteahhitlerin de girişimiyle kentte büyük bir yapılaşma görülüyor. The Sheraton Hotel’i Çarmıklı grubu yapmış ve bu caddeye şirketin sahibinin adı verilmiş. Dev rezidanslarda hummalı çalışmalar sürüyor.. Deniz kenarlarında geniş, yemyeşil bulvarlar yayalara açık. Dünyanın tek “ters” restoranı “White Restaurant” burada.. Türk restoranları, Çin, İtalyan ve Gürcü mutfağının örnekleri sıra sıra.. Modern yapıların yanında eski Sovyetler Birliğinden kalma, bizim İngiltere’de “ belediye evi” dediğimiz 8 – 10 katlı eski yapılar resmen gözümüzü rahatsız ediyor. O kadar eskiler ki, Gürcistan yönetimi mavi, kırmızı, sarı metal plakalarla bir tür süs yapmış, eskimiş görüntüyü kamufle etmişler. Eski ve yeni yan yana, Küçük, derli toplu bir kent. Burada da yerel turizm rehberi olarak Batum Üniversitesinde okuyan bir Türk öğrenciyi alıyoruz. 6 yıldır Batum’da oturan genç rehberimiz, Gürcü dilini üniversiteyi takip edecek kadar öğrendiğini söylüyor. Şehri avucunun içi gibi biliyor.
Gürcistan’da iki bayrak dikkatimizi çekiyor. Biri mavi-beyaz, diğer beyaz-kırmızı. Bunlar Acara Özerk Cumhuriyeti ile Gürcistan bayrakları. Gürcistan’ın Acara bölgesinin yüzde 60’ı Müslüman. Tarım, turizm , hayvancılık ve deniz taşımacılığı belli başlı geçim kaynağı. Kentin nüfusu 150 bin. Ancak yaz aylarında çevreden gelen turistlerle 800 bini buluyor. Tam bir sayfiye kenti.
Rehberimiz ile kentin 9 km. uzağındaki dünyanın en büyük botanik bahçesine gidiyoruz. Gerçekten görülmeye değer, hele kenti uzaktan da olsa görmek için ideal bir spot. 1800’lerin sonlarında yapılmaya başlanmış ve 20’inci yüzyılın hemen başında açılmış bu Botanik Park’ta yok yok. Güney Amerika, Meksika’dan, Himalayalara, Japonya’dan Uzak Asya’ya, Avustralya’dan Kafkasya’ya aklınıza gelebilecek her tür ağaç, bitki, çiçek burada.. Bahçeyi bizimle birlikte günü birlik geçen Türkler de geziyor.. Buraya gelen Türk vatandaşlarının gece eğlence hayatı ve gazinoların müşterileri olduğunu öğreniyoruz.. Dünya oteller zincirlerinin birçoğunun Batum’da şubesi var, çoğunun da kendine ait kumarhanesi mevcut..
Botanik Park’tan ayrılıp, kent merkezine geri dönüyor ve şehir turu alıyoruz.. Osmanlılardan 1800’lerden kalma Orta Camii’ne geliyoruz.. Kapı oymalarına, içerdeki süslemelere hayran kalıyoruz.. Caminin hemen yanındaki sokaklar ise tam Türk mahallesi. Türk isimli bir sürü dükkan, berber, restoranlar, kebapçılar, gözlemeci, terzi Batum’un ortasında .. 2 bin Türkün burada yaşadığı söyleniyor.
Kentin ortasındaki Avrupa Meydanı diye adlandırılan süslü meydandaki Medea Altın Postlu Koç heykeli, gözümüzü kamaştırıyor. Bu dev heykel, adeta Batum’un simgesi gibi. Batum, Avrupai meydanları, modern kafeleri, restoranları ile modern ve eskiyi içiçe, yanyana yaşatan bir kent.
Yolunuz Karadeniz’in bu uç noktasına düşerse, Batum’u görmeden dönmeyin deriz. Gürcistan’ın ikinci büyük kentinde geçirdiğimiz dördüncü günümüzde, çok hoş bir restorana yerel tadlar için gidiyoruz.. Masalarda lavaş diyebileceğimiz kabarmış pide ile normal pideler, salatalar mevcut. Zaten yemek kültürleri daha çok unlu gıdalara dayalı. Haçopuri dedikleri pideyi andıran peynirli ekmek geleneksel yemekleri.
Bize de geliyor. Üzerinde tereyağı bulunan kalın hamurlu pideyi iştahla ağzımıza atıyoruz. Ancak ne tadı var, ne tuzu. Peyniri de tuzsuz. Hamuru da oldukça kalın. Aklımıza Karadeniz’İn meşhur çıtır çıtır pideleri geliyor. Zaten önceki pide ve salata ile çoğumuz karnımızı doyurmuşuz. Ancak geleneksel , gazoza benzeyen “ armu t” tatlı içeceği ben şahsen beğeniyorum. Hepimize koca bir şişe ikram ediyorlar. Sonra meyveleri geliyor, hepsinin organik olduğunu öğreniyoruz.
Batum’un sokaklarında dolaştıktan sonra deniz kenarında halka açık kafelerden birinde oturup, dinleniyoruz.. Ve bu arada ilk yağmura şahit oluyoruz.. Giderek sağanak hale dönüşüyor.
Dinince otobüsümüz bizi almaya geliyor ve yine aynı şekilde sınırdan geçip Sarp yoluyla, Hopa’ya dönüyoruz. Bir gün önceki Maçahel yolculuğundan sonra Batum bize dinlenme gibi geliyor. Hopa’ya varıyoruz. Yağmur ince ince çiseliyor. Otelimizde bizi güzel bir sürpriz bekliyor. Restoranda çalışan garsonlar, bize şahane bir Horon gösterisi sunuyor.
Öyle çevik, öyle hareketliler ki gözlerimizle bile takip etmekte zorlanıyoruz. Hepsi sanki profesyonel folklorcu. Gözlerini açıp, yürümeye başlar başlamaz horonu öğrendiklerini ve her Karadenizli’nin bu oyunları bilip, oynadığını söylüyorlar. Tulum ve kemençe ile çalınan müziğe göre ayrı oyunlar oynanıyor. Horon deyip geçmeyin, oldukça dinamik, çeviklik gerektiren hızlı bir halk dansı. Gıpta ile keyifle onları izliyoruz. Her gece konukları için iki seans dans ettiklerini, hatta içlerinden bir tanesi bir haftada 5 kilo verdiğini anlatıyor.
Acaba bu güzel yemeklerin üzerine biz de burada bir hafta kalıp, horon mu oynasak ? Hopa’daki iki gecelik konaklamamız sabaha bitiyor. Yine güzel bir Karadeniz gecesine yağmurla, serinlikte giriyoruz.