Yeni yılın ilk aylarındayız. Hepimiz için sağlık ve neşe içinde, denge ve huzurla geçireceğimiz günler olması dileği ile sizlere sesleniyorum.
Yılbaşı öncesinde Hıristiyan dünyasında kutlanan Noel , ardından yeni yıl kutlamaları derken neredeyse 2 haftalık bir tatil dönemi sona erdi. Bu dönemde elbette ki sevgi, dayanışma, anlayış ve şefkat duyguları olabildiğince güçlü bir şekilde yaşandı! Şükür halinde olarak, sahip olduklarımıza sahip çıkma zamanı!
Noel kutlamaları elbette yaşadığımız Londra’da ve tüm Avrupa ülkelerinde olabildiğince önemli ve değerli! Aile içinde geçirilen, her anın değerini bilen aile üyeleri, hediyelerle sevgi ve şefkat duygularını yansıtan her yaştan aile fertleri! Hayatımıza makro düzeyde bakabildiğimizde her anı bu duygularla geçirebilmek, sevgi, anlayış, her şekilde karşı tarafı kabulleniş, şefkat duyguları ile hepimizin bir olduğunu hissedebilmek, ayırımcılık yapmamak, yargılayıcı olmadan, hayata ve insanlara yüzeysel bakmadan anın değerini bilmek ne kadar önemli! Noel kutlamaları, kendi toplumumuzda yaşadığımız bayramlar ile ayni değerde ve aynı mutlulukla kutlanıyor. Sevinç, beraberlik ve mutluluk içinde! Bir olmanın getirdiği neşe ve canlılık içinde… Umut ve sevgi dolu bu satırları yazarken ne yazık renkli, canlı günlere merhaba derken, bir yandan hala şiddet dolu olayları deneyimliyoruz. Masum canların alındığı Paris olayı hepimizi bir kez daha şaşkına çeviriyor, yine üzülüyoruz, sarsılıyoruz. Ardından’da İstanbul’daki patlama ile ayni şekilde yaralanıyor ruhumuz!
Ruhumuza, özümüze döndüğümüzde biz ne yapıyoruz sorusu yine canlanıyor zihnimde.. Bütünsel bakabilsek, ayırımcı olmasak, barış ve huzur içinde yaşamak ne kadar kolay olur öyle değil mi sevgili okurlar? Bir başka örnek ise, İstanbul’da izlediğim ‘Son Umut’ filmi.. Ülkemizde, Çanakkale’de yaşanan Gelibolu Savaşı’nda yaşananlar… Aynı şekilde, yıllar önce ayni zihniyet, bölücü, ayırımcı, ikilik ve şiddet yaratıcı bir deneyim daha tarihimizde, ve geride kalanlar…
Yine çok yakında, ‘Imperial War Museum’ da aynı şekilde izlediğim, 1. Dünya Savaşı’nın harika bir temsili… Bizim olumsuz düşüncelerimizin yansıması ile ilgili yarattığımız şiddet ve yıkıcı enerjilerimizin temsili olan savaşlar ve şiddet içerikli deneyimler…
Sevgili okurlar, 27 Ocak tarihinde ise Holocost yani Soykırım Gününü Anma gününü de geçirdik. 2.Dünya Savaşı esnasında yaşanan korkunç soykırımın izlenimleri ve bu soykırım sonrasında hayatta kalanların bizlere verdiği mesajlarını dinliyorum. Soykırımdan kurtulmuş kişilerin hayatlarını ve bizlere verdikleri mesajları dinlerken kalbim daha hızlı çarpmaya başlıyor. Savaş sonrası hayatta kalarak kendilerine yeni bir yaşam inşa eden bu cesur kişilerin söylemlerinden bazılarını sizlerle burada paylaşmak istiyorum.
Soykırım sonrası, toplama kamplarından kurtulmuş olan Max Epstein, savaş sonrası 1948 yılında Amerika’ya yerleşmiş, orada yüksek eğitimini tamamlayarak, Nortwestern Universitesi’nde profesör olmuş bir mühendis.
Yaşadıklarının etkisini üzerinden bilinçli bir şekilde atmaya çalışıp, çocuklarına yaşadığı sıkıntıları ve de dehşeti yansıtmamaya çalışarak yepyeni, sevgi dolu bir aile kurmayı başarmış zeki bir akademisyen.
Bir diğer savaş sonrasında dahi zorluklar içinde yaşamını yeniden inşa etmeye çalışan kişi ise Freda Wineman. Wineman, ailesi ile Fransa’da yaşarken toplama kamplarına götürülen, savaş sonrası ise İngiltere’ye yerleşen bir hanım. Bir dönem esir olarak müthiş işkenceler ve zorluklar görmüş bu iki kişinin hayatlarından öğreneceklerimiz ve verdikleri mesajlardan da aklımızda tutacağımız pek çok şey var!
Gelin Max Epstein ve Freda Winemanin kendi söylemleri ile verdikleri mesajlara göz atalım:
Öncelikle Epstein şu şekilde dile getiriyor kendisini yeniden yapılandırma sürecinde yaşadıklarını,.. ‘Yaşadıklarımı, tüm zorlukları ve işkenceleri çocuklarıma asla yansıtmadım. Bunları kendi içimde aşmaya çalıştım hep. Kolumdaki kamp numarasının ne olduğu sorduklarında bile, savaş sırasında kolumu kaybedersem kime geri vereceklerini anlasınlar diye koluma bu numarayı yazdılar diye uydurdum onlara… Aslında olan tüm kötülüklere rağmen her zaman bir nezaket ve iyiliğin olduğunu, her zaman ve her yerde bu nezaketin varlığını kendime hatırlattım.
Her nezaket ya da kibarlık bir ışıltı idi benim için ve kendim için yarattığım mottom bu ışıltıyı görmeyi seçmek oldu. Her zaman bu ışıltıyı takip ettim, insanların yaptığı kibarlık ve zariflikleri gördüm, onları görmeyi seçtim ve bu şekilde hep daha neşeli ve iyimser yaşadım!
Şimdi çok güzel ve mutlu bir aileye sahibim ve her günümün kıymetini bilerek yaşıyorum. Korku ya da öfkenin hayatımı yönetmesine asla izin vermedim.’ Epstein yaklaşık 85 yaşlarında, torunları olan bir akademisyen…
Freda Weinmann ise savaştan kurtulduktan sonra İngiltere’ye yerleşerek kendine bir hayat kurmaya başlamış bir hanım… Ancak çok kısa süre sonra eşini kaybederek iki kızı ile zorluk içinde yaşamaya devam etmiş bir insan. Onun verdiği mesaj ve ailesine verdiği izlenim ise hayatta her zaman güçlü olarak, sadece kendi gücüne inanarak hayatta kalabilmenin mutluluğu, enerjisi ve de keyfi! Hem Epstein, hem de Weinmann, günümüzde özelikle okullarda yeni nesillere verdikleri mesajlarda her zaman toleranslı olmaları, kibarlık ve nezaketin dünyayı döndüren tek gerçek kaynak olduğu, asla kimseyi ayırt etmeden, herkesi olduğu gibi sevmenin değeri!
Gözlerim yaşararak izlediğim bu sahneler, cesur, hayat dolu savaş gazileri… Çocuklarına kendi yaşadıkları travmayı aktarmadan, kendileri için renkli ve huzurlu hayat yaratabilen güçlü bireyler!
Sevgili okurlar, yaşamımızda her gün, her farklı kişiden bir şey öğrenebiliyoruz. Bizler, gerçekten de Epstein’indedigi gibi, YAŞAMIMIZDA IŞILTILARI GÖRMEYİ SEÇELİM, IŞILTILARI GÖRELİM, ONLARI TAKİP EDELİM! YAŞADIĞIMIZ HER ŞEYE, HER DENEYİME BİN ŞÜKÜR EDELİM!
Şükür halinde olursak, her zaman büyük güzellikler yaratacağımızdan emin olalım!Huzur dolu, renkli günler diliyorum!