Artvin… Sıcaklık 39 derece. Çoruh Nehri üzerine kurulan Borçka Barajı çevrenin görünüşünden iklimine, doğa yapısına heryeri değiştirmeye yetmiş. Bir Gürcü köyü Maçahel. 3 bin metreye yakın yükseklikte, yeşilin her tonu, mor, sarı orman gülleriyle kaplı bir ekoloji cenneti. Avrupa’nın bir numaralı eko sistemine sahip vadisinde ladin, köknar ağaçlarıyla apayrı bir yer. İki saatlik virajlı çıkış, ardından minübüsle varılan Maçahel köyü veya Türkçe ismiyle Camii. Karla kaplandığında dünyayla ilişkisi de kesiliyor.
Ani’de Ermenistan, Maçahel’de ise Gürcistan sınırı yanı başımızda. Tema Vakfının yaptırdığı, kırsal kalkınma projesine dahil “ A.Nihat Gökyiğit Eğitim Araştırma Konuk Evi”, Gürcistan sınırında nefis manzaralı tam bir dinlenme evi. Şavşat’ta kaldığımız ağaçtan yapılmış otelde, sımsıcak güneş altında yaptığımız, temiz hava altındaki kahvaltından sonra yola koyuluyoruz. Artık Karadeniz’de olduğumuzu biliyoruz. Erzurum ve Kars’ın doğa örtüsü, yerini bambaşka bir bitki örtüsüne bırakmış durumda.
Her yerde yeşillik. Ulu dağların tepelerinde erimemiş son kış karı. Yollara kadar inen 2 metreye yaklaşan kar yığınlarıyla bir süre gidiyoruz. Durup, fotoğraflar çekiyor, artık birkaç hafta sonra kalmayacak karları elliyoruz. Kartopu bile yapanlarımız var. Bir yanda kızgın güneş. Bir yanda buram buram sıcak bir hava. Bir yanda ise duvar gibi kar yığınları. Allahtan otobüsümüzde klima çalışıyor. Asfalt yolda kayarak ilerliyoruz. Yolun bir sağında, bir solunda Çoruh nehri bizimle geliyor. Rehberimiz Yamaç Ongan’dan Çoruh üzerine yapılan barajın, bölgenin iklim ve doğa yapısını değiştirdiğini, çok sayıda ağacın kesildiğini öğreniyoruz. Oysa o 50- 100 yıllık ağaçlar ne zorluklarla büyüyor. Barajın adı Borçka DSİ Barajı. Dev bir yapı. Daha inşaat çalışması sürüyor. Ve sırtlarda uzaktan Artvin görülüyor.
Benzin almak için durduğumuzda arabadan inince bizi temmuz, ağustos aylarında Akdeniz’de karşılaşabileceğimiz bir sıcaklık karşılıyor. Hamam gibi, fırın kapağı açılmış gibi. Otobüsün derecesi 39’u gösteriyor. Gözlerimize inanamıyoruz. Hepimiz soğuk içeceklere sarılıyoruz. Yol üzerinde bir sürü viyadük, tünel.
Yavaş yavaş tırmanmaya başlıyoruz. Sağımız, solumuz ulu çam ağaçları. Bir yanda da ladin ve köknarlar. Köknarlar 1700 metreden sonra yetişmiyor. İngiltere’de dünya para verip bahçelere ekilen “rodedendum” adı verilen bir tür zakkumu andıran , yöresel adıyla “ komar gülü”, “orman gülü”,”dağ gülü” mor, sarı renkleriyle doğayı renk cümbüşüne çeviriyor. . Yer gök yeşil. Yeşil ve mavi birarada. Uzakta karlı tepeler, tepelerden eriyen, coşan, şelaleye bürünen sular. “White water” denen, köpükten, hırçınlıkla dik yamaçlardan inen suyun birbiriyle buluştuğu , bembeyaz renkteki sular. Ağaç ve su. Birbirini bırakmaz ikili. Su varsa yeşillik var, yeşillik varsa yağmur, su var..Doğa, kendini koruyanı böylesine kutsuyor.
Kıvrıla kıvrılan 2700 metre yazılı tabelaya ulaşıyor ve geçiyoruz. Kulaklarımız, uçaktaki gibi, bir tıkanıyor, bir açılıyor. Sakız çiğnemekten başka çare yok. Bir yanımız uçurum, aşağısı baş döndürüyor. Hem manzaranın güzelliğiyle, hem yüzlerce metrelik uçurumlarıyla.Yolun sonunda bir köy bekliyor bizi. Gürcü ismiyle Maçahel. Türkçe adıyla Camii. Daha çok Maçahel – Camisi olarak anılıyor. Maçahal’e yaklaşınca, aracımızdan inip, daha küçük minübüslere biniyoruz. Ve yeşillikler arasında bir köye erişiyoruz. Altları boş, üstlerinde tahtadan yapılmış minik evlerin bulunduğu bir köye geliyoruz. Zaten tüm Karadeniz’de bu tür yapıyı görüyoruz. Altlarında odun yığınları var veya hayvanlar barınıyor. Üst katlarında yazın yaylaya çıkan sakinleri kalıyor.
Bir anda sanki bu dünyada değil, bir başka evrendeymişiz hissine kapılıyoruz. Toprak yolda inip, son derece modern inşa edilmiş, TEMA Vakfının işlettiği tahta bir konukevine giriyoruz. İçerisi limonata gibi. Klima ve pervanelerle serin. Konferans salonu, restoranı, mutfağı, dinlenme yerleri ile bambaşka bir yer. Burasının, TEMA Vakfı tarafından, kırsal kalkınma projesi kapsamında yaptırılan “ A.Nihat Gökyiğit Eğitim Araştırma Konuk Evi” olduğunu öğreniyoruz. Maçahel, Gürcistan sınırında bir köy. Aslında bir Gürcü köyü. Zaten Gürcistan sınırı da biraz ötemizde. Direkleri görüyoruz. Ha desek Gürcistan’dayız.
Tema Vakfının işlettiği tertemiz bu yerde, bizi Gürcü mutfağının yemekleriyle ağırlıyorlar. Önce nefis bir çorba, ardından karalahana sarması, mısır ekmeği geliyor. Karadeniz’in unu, tereyağı çok lezzetli. Herkes iştahla, kilo alma endişesine aldırmadan yemeğini bitiriyor. Ardından içi bol findıklı bir tatlı.Karadeniz’de baklavadan böreğe, sütlaçtan köme’ye, pestile herşeyin içinde “fındık” var. Ne ceviz, ne çam fıstığı. İlla ki fındık.Yemeği yedikten sonra biraz çevreyi geziyoruz, köyün camisine giriyoruz.Çevrede yaşayanların kış şartlarını çok zor şartlarda geçirdiğini, bize konferans salonunda gösterilen filmde izliyoruz. Bir hastalanmaya gör. Köylülerin omuzlarında, sedyeyle yola, oradan araçlarla en yakın hastaneye. Kışın burada yaşamak gerçekten çok zor. Kar yolları kapıyor. Burada 7’den 70’e herkes hareket halinde. Karadeniz’de arazi hep dik, yamaçları tırmanmak gerekiyor. 45 derecelik arazide yaşıyorlar. Kimse kilolu değil. Bu köyün sakinleri okula, işe yaz – kış demeden her sabah gidip, geliyor. Düzenli işleyen minübüsler var. Odunlar daha yeni kıştan çıkılmasına rağmen, bir dahaki kış için istiflenmiş. Eski ürünler sökülüyor, yerine mısır, karalahana, yöresel sebze,çiçekler ekiliyor. Karadeniz hep bir iş, güç. Koşturmaca halinde.
Çay bahçelerini burada tek tük görmeye başlıyoruz.Karadeniz insanının neden aceleci, sinirli, inatçı, folklorik danslarının bile pire gibi hareketli olduğunu yerinde görüyoruz. Bu iklime, doğaya ağırkanlı, üşengeç olmak yakışmaz. Ancak yediğimiz yemek bizi öylesine ağırlaştırıyor ki. Bir an önce yola koyulmak istiyoruz. Çaylar içiliyor. Zaten otomatiktan geliyor demli çaylar. Mis gibi dağ havası bizi zindeleştiriyor. Yine minübüslerle yola çıkıp, bizi bekleyen otobüsümüze binip, geldiğimiz virajlı yollardan aşağıya doğru süzülüyoruz. Yine bir doğa zenginliği manzara ile Maçahel’i geride bırakıp, denize doğru kıyıya doğru inişe geçiyoruz. Kulaklarımız yine tıkanıp, açılıyor. Borçka’ya varıp, yolumuzu Hopa, Rize’ye çeviriyoruz. Geceyi Karadeniz’le buluşan, en doğu yerleşim bölgelerimizden Hopa’da geçiriyoruz.