15 yıllık mesleki tecrübem ve 40 yıla yaklaşan yaşam deneyimimden yola çıkarak gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim: Erkek olmak, özellikle bizim toplumumuzda, en az kadın olmak kadar zor ve yıpratıcı bir süreç.”
Bizim toplum erkek egemen bir toplum ve bu durumu tartışırken genelde bunun kadınlar üzerindeki etkilerine odaklanıyoruz; kadınların yaşadığı zorlukları konuşuyor, çözüm yolları arıyoruz. Ancak bazen erkeklerin bu erkek egemen toplumda nasıl zorlandığını göz ardı edebiliyoruz. Bir düşünelim: Bizim toplumda, özellikle erkeklere dayatılan katı kalıplar var. Örneğin, babasını kaybeden bir erkeğe, ‘Bu evin erkeği sensin’ diyerek büyük bir sorumluluk yüklüyoruz. Bu kişinin buna hazır olup olmadığına, böyle bir misyonu isteyip istemediğine bakmaksızın, ondan evini sahiplenen, koruyucu, sağlayıcı ve yapıcı bir birey olmasını bekliyoruz.
Sıklıkla karşılaştığımız bir başka dayatma ise ‘erkekler ağlamaz, üzülmez ama öfkelenebilir, kızabilir’ anlayışıdır. Çok insani ve doğal duygular, toplumsal beklentiler ve dayatmalar yüzünden ifade edilemiyor, yaşanamıyor.
Bu bağlamda, erkekler de kadınlar kadar bu cinsiyet eşitsizliğinin yükünü taşıyor. Toplumumuzda erkekler, olmak istedikleri gibi değil, toplumun dayattığı kalıpları ve beklentileri karşılamaya çalışarak yaşamak zorunda kalıyor. Psikolojide, bireyin olmak istediği kişi ile toplumun onu olmaya zorladığı kişi arasındaki bu uyumsuzluk, ‘psişik endişe’ye (psychic anxiety) yol açar. Psikodinamik yaklaşıma sahip psikologlar, bu psişik endişenin birçok ruh sağlığı sorununun temelinde yattığını savunur.
Duygularını özgürce yaşayamayan, toplumsal kalıplar ve beklentilerin baskısı altında ezilen ve bunu ifade edebileceği sağlıklı bir ortamdan mahrum kalan bireylerde depresyon, kaygı bozuklukları, panik atak gibi sorunlar görülebilir. Erkeklerde ise daha sık şiddet eğilimi, alkol ve madde bağımlılığı veya kumar gibi problemlere rastlanıyor. Ancak ne yazık ki toplumun algısı ve beklentileri, bu sorunları kökünden çözmek yerine sadece yüzeysel semptomları ele alan tedavilere yöneliyor. Örneğin, alkol sorunu yaşayan birine odaklanarak 12 seanslık grup terapileri öneriliyor. Bu elbette etkili ve kanıta dayalı bir yöntem, ancak ben meslek hayatım boyunca hep şu soruyu sormaya odaklandım: ‘Sorunun ne?’ değil, ‘Sana ne oldu? Bu neden başına geldi?’
Bu yaklaşımla, ruh sağlığı veya davranışsal sorunların temelindeki sebepleri anlamaya çalışıyorum. Tedavilerimde bireyin, bu toplumsal ve sosyal baskıların kendi üzerindeki etkilerinin farkına varmasını sağlamak ve elindeki güç ve seçeneklerin bilincine varmasına yardımcı olmak için çalışıyorum. Ancak takdir edersiniz ki, bu tarz bir farkındalık geliştirmek, toplumun baskıları bu kadar yoğunken oldukça zor bir süreç.
Geçen yazımda politikaların üzerimizdeki etkilerinden bahsetmiştim. Yanlış politikaların yaşam standartlarımız üzerindeki yıpratıcı etkisi, özellikle ‘sağlayıcı’ rolü dayatılan erkek bireyler için işleri daha da zorlaştırıyor.
Umarım bu yazım, 19 Kasım Uluslararası Erkekler Günü vesilesiyle, toplumumuzdaki erkeklerin yaşadığı zorluklara ışık tutabilmiştir. Ayrıca, feminizmin aslında yalnızca kadınlar için değil, cinsiyet eşitliği bağlamında herkes için iyileştirici bir etkisi olduğunu vurgulayabilmişimdir. Son olarak, her ne kadar zor da olsa, toplumumuzdaki erkeklerin terapiye daha sıcak bakmasını ve bu desteği daha fazla talep etmelerini umut ediyorum.
Tüm erkeklerin Uluslararası Erkekler Günü kutlu olsun.
Dr. Gözde Arslan
- Psikoloji ve Politika
- Siz Hiç Gökkuşağı Kelebeğini Gördünüz Mü?
- Sosyal Medya ve Psikolojik Bilgi
- 7-8 Yaşındaki Çocuğunuz Aniden Huysuz mu Oldu? Adrenarş: Ergenlik Öncesi İlk Hormon Dalgası
- Başarılı Bir Hayatı Ne Belirler?
- Nöroçeşitlilik Onaylayan Terapi
- Nöroçeşitliliğe Sahip Öğrenciler Için Sınav ipuçları
- Zihinsel Sağlık Farkındalık Haftası- 13-19 Mayıs 2024
- Mükemmeliyetçilik, başarı ile ilişkili derin bir kişilik özelliğidir
- Dünya Otizm Farkındalık Günü