Sokağınızda, orada yoksa mahallenizde, o da yoksa semtinizde, hiç olmazsa şehrinizde umarım tek tük de olsa sokak çalgıcıları vardır. Gitarı, kemanı, klarneti ya da armonikasıyla yolunuzu neşe, kulağınızı davetsiz ezgilerle buluşturan gösterişsiz müzisyenler caddelerinize uğruyor olsa keşke. Sokak çalgıcısının hoş melodileri ile keyiflenen mutlu insanlar bulunsa oralarda. Beraber yürüdüğünüz insanlar sokak çalgıcılarının gönüllü konserlerine içtenlikle müsaade etseler keşke. Sizin memleketinizde onlar için “Olsa iyi olur” diyenlerin sayısı “Olmasa daha iyi olur” diye kalkan elleri çok gerilerde bıraksa. Havanın nispi nem oranını gösteren higrometre gibi, amatör kaldıkları sürece, sokak çalgıcıları da şehrin havasında “O an” var olan sayısız değeri kolayca tespit ederler. Rahat ve özgür düşüncenin, yazılı olmayan baskı kültürünün, üstünüze çöken kara bulutların, memleket havasındaki oranını belirler. Seviye nasıl sizin oralarda?
Sokak çalgıcılarını, devletin atamasına ihtiyaç duymadan kentin özgür düşünce ikliminin gönüllü olarak sokaklara atadığı müzik öğretmenlerine benzetirim. Önyargısız ve sanat dostu şehirlere atanırlar sadece. Trafik gürültüsünden uzak herhangi bir cadde ya da sokak, bu öğretmenlerce bir anda okula dönüştürülür. Günün herhangi bir saatinde yoldan geçen seyircilerine sanat, sanatçı, müzik, ritim, nota ve alkış konulu dersler verilir bu okulda. Bu sanat okulu, özenle geleceğe hazırladığımız çocuklarımıza, yaşamın keyifli tılsımlarını sunarak, “Medeni Yaşama Giriş” derslerini hiç parasız verebilir. Sokak çalgıcıları, minik seyircilerine, sanatçının alabileceği en anlamlı ödülün alkış olduğunu ve insanoğlunun kendisini müzik sayesinde rahat bir şekilde ifade edebileceğini öğretirler. Tahtasız, tebeşirsiz ve sınavsız sokak okulları, umarım açılmıştır oralarda.
Sokağın müzisyenleri tüm dünyada sahnelere, salonlara ve arabuluculara ihtiyacı olmadan, sınır tanımayan sürpriz konserler verirler. Sokaklarda çalınan açık hava konserleri, menajerin ve reklamın olmadığı, fabrikadan halka yapılan arzın, en melodik halidir. Barcelona caddelerinde Flamenko çalan bir gitardan, Floransa’da tok sesli bir viyolonselden ve belki de Paris sokaklarında bir piyanodan aşkın en güzel bestelerini dinleyebilirsin. Yalnızca yürüyerek, Honolulu’da boynunda çiçekten bir kolyeyle pan flüt çalan müzisyenin ve İstanbul’da, İstiklal’ de Karadeniz türkülerine eşlik eden bir kemençenin sahnesine rastlayabilirsin. Bakü’deki Targovi Caddesinde, herhangi bir Nisan günü, tarihin yetiştirdiği en büyük tar ustası Ramiz Guliyev’in sihirli tarını eline almış olan bir genç, “İlkbahar geldi” yi çalarak, seni bulutların üstüne taşıyabilir. Londra’ da sönük ve bulutlu başlayan gününüz, Soho caddelerinde çalınan bir gitarın ince nağmeleriyle pırıl pırıl geçebilir. Bulgaristan’da ellerinde Balkan akordeonları ile iki sevgili, Emir Kusturica’ nın “Çingeneler Zamanı” filminin eşsiz şarkısı “Talijanska” ile Haskova sokaklarına ve sana, oturdukları yerden ve en yüksek dozdan mutluluk aşısı yapabilir. New Orleans’ın caz müziğini kilometrelerce öteye taşıtır ve ayağına getirirsin.
Sokaktaki müzik festivalinin gününü, saatini, şarkılarının neler olduğunu, ne kadar süreceğini bilemezsin. Gönlünden koparak keman çantasına yavaşça bırakacağın bedeli, o gün öğrenirsin. Konserleri veren kostümsüz sanatçıya dokunabilir, gözlerine bakıp “İyi ki varsın” diyebilecek kadar yakın olursun. Sen ona, o sana durmadan “Rahat ol, burada biz bizeyiz” dersiniz. Fırının bacasından burnuna kadar ulaşarak başını döndüren taze ekmek kokusuna koşar gibi, uzaktan gelen sesin peşine düşersin. Doğaçlama olur her şey. Sözler caddede yazılır. Sokağın konuşmalarıyla harmanlanır en katıksız güfteler. Beste hemen oracıkta yapılır. Çocuk kahkahaları ve meraklı bakışlar kaynaşır notalara. Akustiği olmayan sokaklarda çıplak ellerle alkışlanır bu beste. Sokak, şevklendirdiği çalgıcısını ve çalgıcı, kendisine ilham veren dinleyenlerini kutlar her şarkının sonunda.
Sanatını toplum için yapan, kaprisi olmayan sokak çalgıcıları, notalarını duyduğun andan itibaren seni melodilerine ortak etmeye çalışır. Ölçülü davetlerinde kesinlikle zorlayıcı olmazlar ve “Dinle beni” diye diretmezler. Seni ikna etmeyi başarırlarsa önce telaşeli adımlarının yavaşladığını ve sonra nasıl olduğunu anlamadan, konserin verildiği yerde, yolunun kesilmiş olduğunu görürsün. Seni, sevgiliye reverans yapan gencin kibarlığında “Hoş geldin” der gibi başlarıyla usulca selamlarlar. Onlar sadece şarkılarını çalar ve tüm tercihleri sana bırakırlar. Sen istiyorsan dinlersin; sen istiyorsan alkışlar ve sen istiyorsan sokağına gelen müzisyenini parayla ödüllendirirsin. Onlar, gitar kutusuna bıraktığın paranın kâğıttan ya da demirden oluşuna aldırış etmeden, sokağını müzikleriyle fethetmeye çalışırlar. Sen istersen yanlarında kalıp derin bir nefes alır, arzu edersen şarkılarına eşlik eder ve ne zaman istersen hayata kaldığın yerden çabuk adımlarla devam edersin. Rahat ol, teklif ederler ama asla ısrar etmezler. Konseri dinlediğinde sokağının, şehrinin ve o şehri paylaştığın insanların gözünde birden güzelleştiğini görür ve onları daha çok sevdiğin hissine kapılırsın. Müzikle dolan sokakta, Italo Calvino’nun meşhur gezgin Marco Polo’yu dile getirip, Moğol Hükümdarı Kubilay Han’ı mest ettiği şehirlerini bulursun. Çalgıcılar sayesinde o şehrin içinden hayallerine hapsolmuş onlarcasını çıkarır, “Görünmez Kentler” de gönlünce dolaşırsın.
Özgür müziğe ev sahipliği yapan sokakta bir yabancıysan eğer, misafir geldiğin şehrin bu saygın konserine katılarak, evvela şarkıları minnet duygusuyla ve keyifle dinleyen seyircileri görür; sonrasında senin sokağında neden hiç çalgıcı olmadığını sorgularsın. Sanırım üzülür ve hayıflanırsın. En başta, sokağın çalgıcısını ve ardından çalgıcının seyircisini tüm kalbiyle davet etmesi gerektiğini fark edersin. Asıl marifetin, sokağın sahiplerinin kalplerindeki hoşgörüde; kendini dar kalıplara, sınırlara hapsetmeyen özgür dünya görüşünde gizlenmiş olduğunu anlarsın.
Hikayeyi sesli dinlemek için linke tıklayınız:
https://www.instagram.com/reel/C4F3MWdp41F/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==