Merhaba dostlar. Bu hafta göçmenlikte değinilmeyen bir durumu anlatmak istiyorum. Başlıkta söz ettiğimce göçmenler de hamilelikte gibi özellikle geçmişte aşina olduğu bir tada, bir yiyecek ya da içeceğe aşırı istek duyabiliyor. Bunu 40 yıla merdiven dayamış göçmenlik serüvenime dayanarak yazıyorum hani.
Eski eşim ikiz kızlarıma hamileyken vişne reçeli ve fırından yeni çıkmış buğusu üzerinde ekmeğe aşermişti. Gece atladım Mini’ye vişne reçelini kolay buldum ama fırından yeni çıkmış ekmeği nereden bulacağız? Stoke Newington’da bir fırından rica ettim benim için bayat ekmeği yeniden fırınladılar. Türüm türüm… Keyifle yemiştik. Sonra okudum ki babalar da aşerermiş…
Eritre’de özgürlük mücadelesindeki gerillaların yanında doktorluk yapmış Kenan Ateş Londra’da 1990’larda sığınmacı olmuştu. Dr. Ateş Londra’daki sürgün yıllarında da üretkenliğini sürdürdü. Toplumda ilk kez sanatçıları bir çatıda buluşarak, yerli sanatçılarla iletişimi güçlendirmeleri ve kendi aralarında sinerji yaratmaları için Rainbow adında bir birlik kurulmasına ön ayak olmuştu. Dr. Ateş, Türkiye’ye gidemediği yıllarda “Yahu, canım çok kokoreç istiyor” demişti. Yasaktı ama “Ben getiririm sana” dedim. İstanbul’dan aldığım bir sarmal kokoreci dondurdum ve Londra uçağında da buzdolabına koyulmasını sağladım. Dr. Ateş çocuklar gibi sevinmişti. Çok erken yaşta yitirdiğimiz dostumu hasretle anıyorum. İyi ki o kokoreci getirmişim.
Londra’da Kahramanmaraş, Gaziantep ve Kayseri kökenli arkadaşlar Londra piyasasına göre iki katı para ödeyip memleketlerinden ceviz ve bal getirtiyorlar. Onların damak hasretini anlıyorum. İlk marketlerden Yaşar Halim’in başarısı da tam yarım asır önce Kıbrıs damak zevkini; zeytinli ekmeğinden hellime, babutsadan kereviz turşusuna marketine taşımasıyla başlar. Eskiden bu tatlara ulaşmak kolay değildi. Şimdi yaşadığım Tottenham’daki köşe bakkalında Maraş biberini bulmak artık bir ayrıcalık sayılmıyor…
Ben de çok sevmeme karşın yıllarca beyaz dut yiyemedim. Londra’da parklarda dut ağacının olduğunu söylense de hiç rastlamadım. Londra’da yıllarca tam gün çalışınca memlekete iki, taş patlasın üç haftalığına temmuz ya da ağustosta gidebiliyordum. Eee haliyle mayısın sonlarında beyaz dutlar olgunlaşmaya başlar haziran sonlarında da biter… Kurutma dışında buzdolabında saklama olanağı olmayan beyaz dutun mevsimini kaçırdıysanız eyvallahlar olsun. Beyaz dut öyle yolculuğa dayanabilecek bir meyve olmadığı için de Anadolu pazarlarında nadir rastlanır hele Londra’daki bizim marketlerde hiç nasibi yoktur. Beyaz dut kurusu tazesine benzemez. Pestilinin tadı ise bambaşkadır. En iyisi dutu dalından koparıp yemektir. Bu yıl Çanakkale’de ulu bir dut ağacı keşfettim ama ahir ömrümün törpüsü göçmenliğimin acısını çıkarırcasına dut yiyemedim doyunca. Niye mi? Londra’yı mesken tutmuş dostlarım düştü usuma. Yediğim boğazıma dizildi. Çanakkale’de eski komşumuz Meryem Hanım “Ahhh Faruk Bey bizim dut kurudu. Aklıma hep sizin dutu sevdiğin geliyor” demişti. Meryem Hanım’a beyaz dut fidesi almak boynumuzun borcu artık.
Beyaz dut ağacının bir özelliği de herkesin ağacı olmasıdır. Dut ağacını bahçesinde dikip bakımını yapanlar adet olduğu üzere dutlar ziyan olmasın deyü konu komşuyu hatta sokaktan geçeni “buyur” eder. Benim doğup büyüdüğüm Akşehir’de bir zamanlar her evin bahçesinde, her sokakta mutlaka dut ağacı vardı. Ahhh ne güzel günlerdi o günler. Her bir dut ağacının yerini bilirdim. Büyükbabamın havuzlu bahçesindeki o haşmetli dut ağacının dibine tabancamı gömdüğümde henüz 22’sindeydim. Tabancamın kabzası 45 yılda dut olmuştur umarım. Dut ağacından çok iyi bağlama yapıldığını da eklemeliyim. Salgından hemen önceydi. Akşehir’de bir evin kapısını çalıp bahçeden sokağa sarkan dallardan dut yemek için izin istemiştim. Yaşlı kadın “Sorulur mu evladım. Ye istediğin kadar” dedi. Üstelik bahçeye davet edip, ağacı silkelemem için sopa, örtü ve boş bir dondurma kabı da getirmişti, Akşehir’de cumbalı evlerin olduğu eski kentteki o güzelim dut ağaçları “sinek yapıyor” diye kesilmiş. Yeni semtler ise beton ormanı mübarek. Oralarda dut ağacının paylaşımcı kültürü de heyelana uğradı malumunuz. Fazla bakım istemeyen o güzel dut ağaçları, ipek böceği yetiştiriciliğinin teknolojiye yenilmesiyle cazibesini de yitirdi sanırım. Bundan yola çıkarak bu muhteşem ağaçların anavatanının Çin olduğunu düşünebiliriz.
Neyse dostlar, Azeri “Dut Ağacı” türküsünün duymuşsunuzdur: “Dut ağacı boyunca / Dut yemedim doyunca / Yari halvette gördüm / Danışmadım doyunca… Menim balam kime neyler / Körpe balam kime neyler / Menim balam ay balam / Körpe balam ay balam… Kızıl üzüm siyahladı / Verdim anam sahladı / Anama kurban olum / Meni tez adahladı… Gedirdim yavaş yavaş / Ayağıma değdi taş / Senden mene yar olmaz / Gel olah bacı gardaş…” Çok severek dinlerim “Dut Ağacı” türküsünü. İlk mısraları beni anlatıyor sanki. “Dut yemiş bülbül” deyimini de yeri gelmişken hatırlatayım.
Ekmekvegul.net’ten bir alıntıyla sohbetimizi bitirelim dostlar; “Ezginin Günlüğü’nden Hakan Yılmaz’ın 1987’de Alagözlü Yar albümünde yer alan yorumundan sonra, en güzel yorumlardan birini de Barcelona Gipsy Klezmer Orchestra ve Nihan Devecioğlu yapıyor. Dut ağacının bol olduğu memleketimizde adına türküler yazılan dut ağacı ile ilgili bir rivayet de paylaşalım:
Babil kökenli bir öykü olup, Yunan mitolojisinde tekrarlanan Pyramus ile Thisbe’nin öyküsünde geçer. Pyramus ile Thisbe komşu evlerin çocuklarıdır ve birbirlerine aşıktırlar. Ama aileleri görüşmelerini yasaklar, onlar da duvarda açtıkları bir delikten, gece herkes yattıktan sonra sabaha kadar konuşurlar. Bir gün kaçmaya karar verirler ve ormandaki bir dut ağacının altında buluşmak üzere sözleşirler. Thisbe önce gider, ancak yaklaşan bir aslandan korkup kaçar, kaçarken de pelerinini düşürür. Daha sonra gelen Pyramus, pelerini bulunca Thisbe’nin öldüğünü düşünür ve kendisini öldürür. Daha sonra gelen Thisbe de Pyramus’u ölü bulunca intihar eder. Bunların üzerinden, dut ağacının beyaz olan meyveleri, aşıkların kanıyla kıpkırmızı kesilir…”
- Oyumuz bağımsız aday Jeremy Corbyn’e
- “Yardım alanlar yurtdışında ne kadar kalabilirler?”
- Toplumda şiddet alarm veriyor
- İngiltere’den Türkiye sağlık turizmine darbe
- Ne bu göçmen işçilerin çektiği?
- Soyguncu havayolu şirketlerine karşı kampanya
- Ankara Anlaşmalı öğrencilerin haklı kampanyası
- ‘Universal Credit’ dedikleri ?
- 2 Mayıs’taki oyum
- Oxford Street’de Urfa’daki işçileri desteklemenin erdemi