Bugün şairin dediği gibi “Değmen benim gamlı yaslı gönlüme” dostlar… 11 Nisan’da annem Mübehher Eskioğlu’nu yitireli tam 2 yıl oldu. Bir dostum “Babamı yitirdiğimde gökkubbe tepeme çökmüştü, annemi yitirdiğimde de yer küre ayağımdan çekildi” demişti. Öyle oluyor dostlar. Sevdikleriniz sizi tarifsiz acılar içinde bırakıp gidiyor. Annemle birlikte bir yanımın, bir yarımın da öldüğünü hissettim. Annemi yitirdiğim günlerde kaleme aldığım, belleğimde tapteze kalan bazı anılarımı sizlerle yine paylaşıyorum.
***
Küçüktüm… Akşehir’in cumbalı evlerinin kafa kafaya verdiği Arnavut taşlarını kar ve buz kapladığı sokakta kayıyorduk. Annem o akşam yeni iskarpinlerimi gösterip “Sürekli buzda kayarsan ayakkabıların eskir” dedi. “Hikmet çok yoksul ama, o da kayıyor” dedim… Annem “Yoksulların da kayma hakkı var” dedi…
Yıllar geçti… Londra’da bir promosyon şirketinde grafikerlik yapıyorum. Şirket bazı müşterileri için özel üretim de yaptırıyor. Ertesi günü İstanbul’a uçacağım, büyükçe bir çantaya ihtiyacım var. Zamandan tasarruf etmek için patrona promosyon spor çantalardan birini satın almak istediğimi söyledim. Çok dil bilen, her sohbetinde felsefe yapan işadamı parmağını sallayarak “O çantalar çok pahalı ama” dedi. Annemin yanıtı aklıma geldi, “İşçilerin de o çantayı kullanma hakkı var” dedim.
***
Ankara’da 80’lere doğru üniversitedeyim. Cebeci’de SBF’nin karşısında Kabakçı Apartmanı’nın bodrum katında hemşehrilerle ev paylaşıyoruz. 1 Mayıs, 6 Mayıs ve 31 Mayıs gibi devrimciler için özel günler için resimli dev pankartlar yapıyorum. Ev atölye gibi. Bir gece öncesinde annem çat kapı Akşehir’den geliyor, “Benim notuma göre yarın yürüyüş olmalı. Seni eyleme falan göndermem” diyor. Her zamanki gibi pazarlığa tutuşuyoruz. Sonunda “Yanından ayrılmayacağım” sözüm üzerine beraber yürüyüşe katılıyoruz. Eylem sonrasında arkadaşları yine toplu olarak bize “anne yemeği”ne davet ediyor.
***
Londra’da bir pazar günü dostum Ender ve Mine’in evinde annemle misafiriz… Ender “Hadi bu gün sizi uçurayım” dedi. Ender, Hava Harp Okulu’ndan ayrılma. Bir arkadaşımızla ortak küçük bir uçağı var. Fırsat buldukca eşi dostuyla uçuyor. Havaalanına gittik. Annem uçağı gördü, “Ben bu uçağa binmem, sizi de bindirmem!” dedi. Ender başladı dil dökmeye. Sonra hep beraber bindik. Londra semalarında keyif de aldı. “Anne, Ender ne dedi de ikna oldun” diye sordum. “Siz o uçağa binmeye kararlıydınız. Size bir şey olsa, ben de ölürdüm zaten” dedi.
***
Londra’da 1 Mayıs sabahı… Annem bizimle… Bir türlü 1 Mayıs’a katılmama izin vermiyor. “Hadi sen de gel, eski günler gibi” diyorum, “Halim yok. Yürüyemem” diyor. Baktım kararlı “Hadi” dedim, “O zaman Karl Marx’ın mezarına gidelim.” Pazarlığı kabul ediyor. Karl Marx’ın mezarı dünyanın dört bir yanından komunist ziyaretçilerle dolu. O da ne? Annem mezarın başında ellerini açıp duaya duruyor… “Anne Marx böyle bir şey istemezdi” diye fısıldıyorum, “Bak bu adam fakir fukaradan yana iyi bir adam. ‘Ya Allah varsa’ diye düşünmek gerek” diye ekliyor.
Annem hastaydın… Elini tuttum ama canımı canına ulayamadım…
***
Sanırım 2000 yılıydı. Londra’dan 14 yıl sonra İstanbul’a dönmüş Eyüp’te annemle yaşıyor, Hürriyet Ekonomi Sevisi’nde de muhabir olarak çalışıyorum. Annemle dar gelirli fakat keyifli bir yaşantımız var. Hürriyet’te ben de dahil pek çok çalışan sigortasız ya da küçük bir rakama sigortalı çalıştırılıyor. Patron Aydın Doğan hükümetin de göz yummasıyla vergi kaçırıyor. Gazetede sendika kelimesi bile yasak. Dağıtım servisinde çocuk işçiler yürek burkuyor. Gazetede adına “Ekip” denilen çeteler, patron yalakalığı yapıyor, farklı kumaştan olanlara yaşama hakkı vermiyor. Sinirden saçkıran oldum. Benim gibi ekip dışında kalan demokrat arkadaşlara “Yarın Aydın Doğan Teşvikiye Camii’de bir cenazeye katılacak. Ben de caminin arkasından uçan balonlara ‘Aydın Doğan vergi kaçırıyor’ sloganını takıp uçuracağım” dedim. Arkadaşların kafasına yattı. Balonların pankartı kaldırma gücünü hesapladım.
O akşam eve hafif beyaz çöp torbaları ve renkli bantlarla gittim. Salonda pankartı hazırlamaya başladım. Annem durumu anlayınca söylenmeye başladı, “Kocaman adam oldun, bir türlü akıllanmadın! Yaşıtlarının neredeyse torunu var!” “Anne” dedim, “Bak harfleri tek başıma yapıştıramıyorum. Söyleneceğine yardım et.” Oturdu yanıma.“Dur” dedim, “Önce parmaklarını bantlayalım da parmak izin çıkmasın. Ayrı koğuşa atarlarsa canın sıkılır.”
Ertesi gün akşam eve elimde pankartla döndüğümde heyecanla eylemi sordu. “Uçuramadık” dedim, çünkü 42 balon almamız gerekiyordu, 32 balona paramız yetti. Üzüldü, “Hay be oğlum deseydin ya, bakkaldan borç isterdim!” O pankart aylarca somyanın altında saklı kaldı.
- ‘Universal Credit’ dedikleri ?
- 2 Mayıs’taki oyum
- Oxford Street’de Urfa’daki işçileri desteklemenin erdemi
- Namık Kemal’in Londra’daki izi
- İngiltere’de emekli maaşı 50 paket sigara karşılığında
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (II)
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (I)
- İngiltere laikliği sağlamlaştırıyor
- Emekli WASPI kadınlarının zaferi…
- İngiltere’nin simgesi Minilerin tasarımcısı: İzmirli Alec