Günümüzde bilardo salonu ya da mobilya mağazasına devşirilen o güzelim pub’lar da kültürel heyelana uğradı… Pub deyip geçmeyin. Pub’lar; önündeki tahta masaları, cumbalı camekânları ve askılı saksılardaki petunya, küpeli, sardunya, açelya ve ortanca çiçekleriyle Ortaçağ’dan buyana ülkenin en önemli sosyalleşme mekanlarıydı. İngilizlerin evin en güzel odasını misafirlere ayırıp kullanmama gibi sonradan pişman olunacak bir geleneği hiç yaşamadıklarını, genellikle misafirlerini mahalle pub’unda ağırladıklarını söyleyebiliriz. Pazar günleri ailecek biralarını yudumlarken dana rosto yemek ve sonrasında “hak edilmiş” tatlı Yorkshire puding’i ısmarlamak âdettendir. Pub’lardaki müzik kutuları da tarih oldu ne yazık ki. Bahçesinde kır keyfi sunan, kendi birasını üreten, tiyatro ve stand-up sahnesi olan pub’ların sayısı da az değildi hani…
İngilizlerin tarihi dokuyu korumacılıkları övgüye değer denilse de dünya finans merkezlerinden “Bank” semtindeki gökdelenler, meskûn mahallere de yayılmaya başladı artık.
Nam-ı diğer Demir Leydi Margaret Thatcher’in 1979-1990 arasında da başbakanlık dönemindeki özelleştirme ve sosyal hakları kısma politikası ise 40 yıl sonra meyvelerini veriyor. Halkın direnciyle hala ücretsiz kalmayı başaran ulusal sağlık sisteminde acil servis bekleme süresi ne yazık ki çeyrek asırda 10 dakikadan 10 saate fırlamış durumda.
İngiltere’deki muhafazakâr iktidarların ve emniyetin idam cezalarını geri getirmeyi başaramadığını, sokaktaki polisin hala silah taşımadığını ve vatandaşa “Efendim” diye hitap ettiğini de vurgulamalıyım.
İngilizlerin ev bütçesinde “dışarıda yemek harcaması”nın beşinci sırada yer aldığını okuduğumda da şaşırmıştım. Un ve bira karışımı bir bulamaca batırılıp kızartılmış morina veya mezgit balıklarının yanında patates kızartması (fish&chips), tartar sos ve bezelye püresi İngiliz mutfağının kraliçesi olmayı sürdürüyor. Ne yazık ki küresel ısınmayla balıkların azalmasıyla artan fiyatlar bir zamanların yoksul yemeğini zengin mönüsüne soktu. Londra’da “sarhoş yemeği” diye anılan dönerin de artık sevilen etnik yiyecekler listesinde yer aldığı söylenebilir. Caddelerde İngiliz kahvaltısı servisi sunan işçi cafê’lerine sıkça rastlayabilirsiniz. Klasik İngiliz kahvaltısı mönüsünün olmazsa olmazı bacon (domuz), yumurta, fasulye ile patates, mantar ve domates kızartması… Londra’daki işçi cafê’lerinin çoğunun, hayatında “bacon”u ağzına sürmemiş bizim toplum üyesi şeflerce işletilmesi de sizi şaşırtabilir hani…
İngiliz mutfağında Akdeniz beslenme yöntemi de kendisine ciddi bir yer açmış durumda. Çok değil yarım asır önce eczanelerde ilaç niyetine satılan zeytinyağı şimdi süpermarketlerin raflarında… Zaten eski kışlar, sisli puslu havalar da yok… Bu gidişle zeytin ve limon ağaçları da Londra’da yetişmeye başlayacak gibi. Böyle giderse karanfil, lüfer ve çupranın da Türkiye’den ithal edilmesine gerek kalmayacak sanırım…
***
DAY MER Kültür Sanat Komisyonu, Aydın Çubukçu ile “Renkli Resimli Felsefe Söyleşileri. Resimler, Ressamlar, Akımlar” paneli başlatıyor. İlk etkinlik 26 Nisan Cuma saat 19.30’da “22 Moorefield Road, Tottenham, N17 6PY” adresindeki Toplum Merkezi’nde yapılacak.
Çubukçu ilk etkinlikle ilgili, “Renkli-resimli felsefe söyleşileri, gecikerek de olsa başlıyor. Bütün yönleriyle Bruegel ilk konuğumuz. Bir hümanist, sosyal gözlemci, eleştirmen ve hicivci olarak büyük ressamı, tablolar, gravürler eşliğinde konuşacağız” diyor. Bu akşam DAY MER’de görüşmek üzere dostlar…
- ‘Universal Credit’ dedikleri ?
- 2 Mayıs’taki oyum
- Oxford Street’de Urfa’daki işçileri desteklemenin erdemi
- Namık Kemal’in Londra’daki izi
- İngiltere’de emekli maaşı 50 paket sigara karşılığında
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (II)
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (I)
- İngiltere laikliği sağlamlaştırıyor
- Emekli WASPI kadınlarının zaferi…
- İngiltere’nin simgesi Minilerin tasarımcısı: İzmirli Alec