Dile kolay, yarım asırdır Londra’yı mekan edinmiş bir topluluktur söz konusu olan. Haliyle, herkesin anlatacak bir hikayesi vardır ve her hikaye kendi başına özgündür. Bizleri bambaşka yolculuklara çıkarır.
Büyük hikayenin yani Londra’daki Türkçe Konuşan Topluluk’un yapısına dair bir çok yazı kaleme alınmıştır. Bizim yazılarımız ise küçük hikayelerin peşine düşmeyi hedefleyecektedir. Elbette bütün bir topluluğu değerlendiren analizlerden ve akademik çalışmalardan yararlanılacaktır. Zira bunlar sözlerin havada kalmasını engelleyen bir zemindir.
Peki “büyük hikaye” özetle nasıldır diye sorulursa, herkesin bildiğini tekrar söylemek pahasına da olsa, giriş mahiyetinde şunları söyleyebilirim; Bu yarım aşırı aşan bir öyküdür. Kıbrıs’tan gelenlere Türkiye’den gelenlerin eklendiği bir göç yolculuğudur. İçinde acılar, dertler ve tasalar olduğu kadar neşelerin, mutlulukların ve kıvançların da olduğu bir ruh halidir. İlk gelenlerin vatan hasretiyle beraber ekmek parası derdine düştüğü bir telaştır. Bir var olma sürecidir. Bu varoluş kimi için maddi iken kimi için ise manevi bir boyuttur. Bazen de her ikisi. Fakat her halükarda bir olmak ya da olmamak durumudur. Saygıya değerdir. Sonrakiler ise, annelerinin ve babalarının bütün gayretlerine rağmen, boş kalan yerleri doldurmakla yükümlü olan nesillerdir. İşleri ebeveynlerinden daha zordur. Arkalarında gelenek denen destek cılızdır. Önlerinde ise anlamaları gereken büyük bir medeniyet ve yükselmeleri gereken bir toplum vardır. Gücü yetmeyip o boşlukta kaybolanlarla, karınca misali de olsa bir yerlere ulaşanlar aynı fotoğraf karesi içindedir. Mümkün değil ama farz edin ki bir sahnede, trajedi ile mutlu son iç içedir. O yüzden sohbetlerinizde özlem ile memnuniyeti, öfke ile merhameti, hüzün ile tebessümü, başarı ile bir tutunamama halini aynı cümlenin içinde rahatlıkla duyabilirsiniz. Bu sizi ilk bakışta şaşırtır ancak zamanla buna alışırsınız ve aslında topluluğu orijinal kılanın da bu “iki arada bir derede’’ kalma hali olduğunu görürsünüz. Gerçi anavatan Türkiye’de bu durum iki yüzyıl yaşanıyordur. Hem Batılıdır hem Doğulu; hem Avrupalıdır hem Asyalı; hem oralıdır hem buralı. Oysa Londra’daki Kıbrıslılar ve Türkiyeliler aynı durumu başka diyarların başka zamanlarında tecrübe etmektedirler. Bu zor olduğu kadar gerçekten orijinal bir şeydir.
Bu orijinal hikaye burada bitmemiştir, aksine yeni ilavelerle beraber devam etmektedir. Londra hala bazılarının hayallerini besleyen bir şehirdir ve bu uğurda birçok kişi Türkiye’den yolunu buraya düşürmüştür ve düşürmektedir. 2013 yılı itibariyle onların hikayeleri oldukça tazedir ve hatta eskiler için nostalji olan şeyler onlar için realitedir; yaşanmaktadır. Yeni gelenler genel hikayeye henüz renk veremezler. Kaybolmamak için çırpınırlar ve tırnaklarını bir şekilde şehre geçirmek isterler, aynı ilk gelenler gibi…
Buraya kadar söylenenler, az önce ifade ettiğim gibi, genel bir bakıştır. Bundan sonraki yazılar merceğini Londra’yı yurt edinenlerin serüvenine tutacaktır. Bu yüzden saha spesifik olacaktır. Amacım insanların “göç hikayeleri”ni dillendirmektir. Elbette bunu yaparken şehre ve insana dair kendi gözlemlerimi de paylaşacağım. Bu benim için çok öğretici ve keyif verici olacaktır. Umarım aynı duygu ve düşünceleri sizler de paylaşırsınız. Eğer sürç-I lisan edersem şimdiden affınıza sığınırım.
- Michail Gove’un Birinci Dünya Savaşı’na dair açıklamaları üzerine düşünceler
- PISA 2012 ( Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı)
- Doğu Londra’da tarihi bir semt : Spitalfields
- 2000 yılından sonra gelenler
- PISA 2012 ( Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı)
- Gök kubbede hoş bir sadâ : Osman Balıkçıoğlu
- Misak-ı milli sınırlarını aşan bir yemek tabağı
- Anma Günü ya da Kırmızı Gelincik Günü
- Tıkış tıkış evler