Geçenlerde güzel bir restorana gittim. Açık söyleyeyim; öyle damak zevki çok incelmiş ve sofistike lezzetler arayan biri değilim ve yazı doğrudan doğruya yemek ile alakalı bir yazı da değil. Gurmelik işlerinden falan da anlamam. Yani eğer öyle bir yazı umuyorsanız okumayı şimdiden bırakınız. Benden söylemesi. Bu ikazdan sonra asıl meseleye geçebilirim ama öncesinde bir hususu daha belirtmek istiyorum.
Türkiye’deki eski ders kitaplarını hatırlayan var mıdır, bilmiyorum. Bu kitapların son sayfasında bir Türkiye haritası vardı. Ben öğrenci iken bu haritada şehir bulmaca oynamaya bayılırdım. Fakat şehirlerin hemen hemen hepsini ezberlediğimiz için bu oyun bir zaman sonra pek de rağbet edilen bir oyun olmaktan çıkıyordu. Konumuz bu değil elbet.
O yıllarda çocuk olduğum için dikkatimi çekmeyen ama sonraları sürekli sorguladığım bir şey daha vardı. Neden bu haritalarda Türkiye’nin komşuları yoktu. Şehirlerin ismi neden yoktu. Yani bir coğrafi haritada olması gereken devamlılığı bu haritalarda görmek neden mümkün değildi. Daha sonra öğrendim ki benim çocukluğumdan önceki kitaplarda Türkiye sınırlarının dışı boş ve beyaz olarak gösteriliyormuş. Hatta bunun için bakanlığın yönetmeliği bile varmış. Bizzat yönetmeliği bulup okumuşluğum da var.
Bu basit bir olay olarak düşünülebilir ama bir zihniyeti ifade etmesi bakımından önemlidir. Düşünebiliyor musunuz, yanıbaşındaki komşusundan bile bihaber olmak ne kadar da dramatik bir durum. Ülke olarak içe kapanmanın dayanılmaz hafifliği bu olsa gerek. Bu içe kapanmanın bir sürü yan etkileri oldu. En azından kendi adıma söylemeliyim ki, dünyaya dair her ne öğrendi isem okul yıllarından sonra öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Hatta Türkiye’yi de okul yıllarından sonra öğrendim desem abartmış olmam. Göçmenlerin hikayesi farklı elbette.
Onlar, öyla ya da böyle, dünyayı görme imkanını çok çok önce bulan insanlar. Haliyle onlar için, Türkiye’nin sınırlarının ötesi boş olmadı hiç bir zaman. Dünyayı görmenin ve tanımanın Türkiye’ye dair fikirlerine katkısı oldu. Yani kısacası kapalı devre bir hayatın sınırlarını aşma imkanı yakaladılar. Bunu ne derece başardılar, bu tartışılır elbette… Şimdi yemek faslına gelebilirim. Efendim, yazının başında da dediğim gibi geçenlerde merkezi Londra’da nezih ve modern bir Türk restoranına gittim. Yemekler güzeldi. Lakin orda bir şey dikkatimi çekti. Lokantanın menüsünde ve daha sonra internet sitesinde gördüklerim aslında bu yazının da konusu. Bir Türk restoranının menüsündeki ‘Akdeniz, Ortadoğu ve Osmanlı’ kelimelerine vurgu ilgimi çekti.
Sonra düşündüm; Türk mutfağı dediğimiz şey nedir diye. Literatürde bir Türk mutfağı tabiri var ancak yemeklerin çoğu Rum, Arap ve Akdeniz mutfaklarıyla benzer. Bu gayet normal bir şey. Çünkü hayattaki her şey gibi yemek kültürleri de birbirini etkiler. Ve biz Türk mutfağı dediğimiz zaman Arap, Rum, Akdeniz, Balkan coğrafyalarının mutfaklarını da hatırlarız. Bu coğrafyaların tarihine baktığımız zaman ise Osmanlı mutfağı kavramı karşımıza çıkar. Erbabı olan bilir. Ciddi anlamda sofistike ve ince zevklere hitap eden bir mutfaktır. Buradan kimlik ve tarih bilinci gibi meselelere dair çıkarımlar bile yapılır. Şu soruyu sormadan edemedim kendime; Peki bütün her şey etkileşim halinde iken neden bizim ders kitaplarımız bu etkileşimi görmemiştir. Hatta neden bu etkileşimi saklamaya çalışmıştır ve neden sınırlarımızın ötesini boş kabul etmiştir.
Bu da nerden çıktı demeyin. Ders kitapları ve yemek kültürü arasında ne alaka var da demeyin. Bir zamanlar ben ders kitaplarında bizim mahallemize dair bile bir şey bulamazdım. Bir ders kitabı düşünün ki hayata dair hiç bir olgu yok ya da eldeki parmaklar kadar. Oysa hayat bir şekilde yolunu buluyor. Kavramlar bazen bir yemek tabağının içinde bile aydınlığa kavuşabiliyor. İçinde bütün coğrafyayı ve tarihi barındıran bir yemek tabağı. Bir Türk yemeği ama içinde Kürt’ü, Rum’u, Arap’ı, Boşnak’ı, Gürcü’sü olan bir yemek. Ya da bütün bunlar benim hüsnü kuruntum ve ben sanki şu aralar en çok tartıştığımız mevzulara farklı bir bakış açısıyla bakmaya çalışıyorum. Artık her ne ise.
- Michail Gove’un Birinci Dünya Savaşı’na dair açıklamaları üzerine düşünceler
- PISA 2012 ( Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı)
- Doğu Londra’da tarihi bir semt : Spitalfields
- 2000 yılından sonra gelenler
- PISA 2012 ( Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı)
- Gök kubbede hoş bir sadâ : Osman Balıkçıoğlu
- Anma Günü ya da Kırmızı Gelincik Günü
- Tıkış tıkış evler
- Başlarken