Bir karanlıktan diğerine yolculukta bir ışıkta konaklıyoruz… Fotoğraf bu ışığın belgesi oldu. Aslında yaşı bir asırlık bile değil. Yazı bulununca “kutsal kitaplar” iner olmuş. Hani fotoğraf önce bulunsa fotoğraf inerdi belki…
Londra’daki yarım asırlık tarihimize ilişkin fotoğraflar arıyorum. Solcular polisin elinde belge olur diye fotoğraf çekinmekten çekinmişler. İşçiler de yoksulluktan… Geçmişte fotoğrafı elindeki telefonla zırt pırt onu bunu sıfır maliyetle çekemezdiniz. Önce siyah beyaz film alıp makineye düzgün bir şekilde takacaktınız. Her çekimde makinenin kulağını döndürecektiniz. 24 ya da 36’lık filminiz bittiğinde de yine kulaktan geri sarıp filmi çıkarıp fotoğrafçıya götürecektiniz. Fotoğrafçı da onu bir güzel banyo yapıp negatifi size gösterecek. Şanslıysanız filminiz yanmamışsa negatiften seçim yapar, karta basılacakları seçerdiniz. Film para, banyosu para, karta basmak da ayrı paraydı…
Gazetecilikte bu işler çok sıkıntılıydı. Zamanla yarıştığınız için hep koşturmaca içinde olurdunuz. Örnegin savaş muhabiri savaşa yanında bir kurye ile giderdi. Kurye filmleri gazeteye yetiştirirdi… Savaşta degil memlekette bir kasabadaysanız yocu otobüsleri kuryeniz olurdu. Londra’da ise bu iş gerçekten dertti… Filmler cebimizde Oxford Street’de Wardour Street’deki 1 saatlik banyo yeri Joe’s Basement’e koşardık. Sabırla bekledikten sonra şansınıza fotoğraflar iyi çıkmışsa ikinci tur başlar doğru Heathrow Havalimanı’na… THY’nin bavul verme sırasındaki yolculara kimliğimizi gösterip fotoğrafları götürmeleri için rica ederdik. Tabii fotoğrafınızı götürecek yolcunun İRA teröründen dolayı Havalimanı’ndaki sürekli “Tanımadıklarınızdan paket almayın” anonsunu takmaması gerekirdi. Bir de ağır silahlarıyla devriye gezen polislerin dikkatini çekmemeliydiniz…
Telefon trafiği sonrasında telaş İstanbul’daki meslektaşlarınıza geçer, yolcu karşılanır ve fotoğraflar gazeteye yetiştirilirdi. Gazetecilik mi kolaylaştı, hayat mı? Bilmiyorum ama o telaş mesleğin bir parçası olarak angarya gibi gelmezdi bize… Üşenmezdik, yorulmazdık… Bu koşturmacıyı gönüllü yapar, gazeteye karşı taksimetreyi açmazdık. Biz gazeteciler belki o günlerde farkında değildik ama çok önemli bir iş daha başarmışız: Toplumun arşivi… Eski hallerimiz eski gazetelerde ya da meslektaşların albümünde…
Gazetecilikte kurgu yoktur. Olayın doğal akışındaki enstantenesini yakalarsınız. Bu açıdan belgesel değeri vardır. Gerçi genç arkadaşlara bu bilgiler aktarılmadığı için kurgu ve poz verdirme fotoğrafcılığı yaygınlaştı ama yapacak bir şey de yok. Örneğin Hackney’de 1970’lerde bir tekstil atölyesinde harıl harıl çalışan işçilerin yanında Elvan gazozu şişeleri duruyor. O yıllarda Londra’da üretilen tek Türk markasının Elvan gazozları olduğunu da öğreniyoruz. O fotoğrafı çeken meslektaşımız kurgu yapmaya kalkışıp çevre temizliğine girişseydi o dönemin ipuçları azalacaktı… Bir gazetecinin burnu haberi koklamak gözü de hayatı katrajlamak için vardır… Bazen bir piknik yeri, bazen martıların dansı… Belleğinizden çekim yaparsınız. Size özel…
Dün akşam İstanbul’daki fotoğraf arşivimde zamana yolculuktaydım. Akşehir Gölü henüz kurumamıştı. Göldeki oynak yılan ve sazan balıkları henüz çekip gitmemişti. Tayfun Paşa yaşıyordu. Kağan Güner sergi açılışındaydı. Şerif Londra’daydı. Müzeyyen henüz kaybolmamıştı. Tahsin henüz kalbimi kırmamıştı. Ben mi? Henüz 6 yaşındaydım. Rum yapısı cumbalı bir evin yüksek taş merdivenlerinde oturmuşum. Güneşe bakıyor olmalıyım ki sol gözüm kısık. Yanımda çocukluk sevgilim Gülümser var. Ne Gülümser’in dayısı Kadir Manga’yı tanıyorum ne de yaşayacağım sürgün hayatının farkındayım. Bir gözüm kısık sanki hayatı katrajlıyorum.
- Ankara Anlaşmalı öğrencilerin haklı kampanyası
- ‘Universal Credit’ dedikleri ?
- 2 Mayıs’taki oyum
- Oxford Street’de Urfa’daki işçileri desteklemenin erdemi
- Namık Kemal’in Londra’daki izi
- İngiltere’de emekli maaşı 50 paket sigara karşılığında
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (II)
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (I)
- İngiltere laikliği sağlamlaştırıyor
- Emekli WASPI kadınlarının zaferi…