Geçen yıl doğup büyüdüğüm Akşehir’e yaptığım nostaljik gezideki beton yapılaşmayı, plansız ve nefes daraltıcı şehirleşmeyi anlatmıştım. Bu yıl kent gözüme daha da kötü göründü.
Geçen yılki çarşı ve şehir meydanı inşaatlarının kaplumbağa hızıyla devam ettiğini, Hasan Paşa Camisi’ndeki restorasyon çalışmalarının hala sürdüğünü gördüm. Türkiye restorasyon facialarıyla dolu olduğu için Evliya Çelebi’nin de imzası bulunan bu Selçuklu camisinde yapılan çalışmaların beni çok kaygılandırdığını söylemeliyim. Nasıl kaygılanmayayım ki? Caminin girişindeki 1400’lü yıllardan kalan çınar, geçen yıl define avcılarınca kökünde define olduğu sanısıyla kepçeyle saatlerce süren korsan çalışma sonrasında sökülmüştü. Bu konuda resmi bir denetim ve soruşturma olduğunu sanmıyorum. Bu tarihi çınarın katledilişi içimi hala acıtıyor. Katillerinin yakalanması ve hesap vermesini istiyor, yerel gazetelerin de takipci olmasını diliyorum.
Bu yıl yine dostlarla Akşehir’in kurulu olduğu Sultandağları’nın eteklerindeki Hıdırlık’ta, fırında yaptırdığımız etliekmekleri yedik. Abartmasız tam yarım asır önce Hıdırlık’taki bu çay bahçesinin orta köşesinde bir sahne ve sahnenin önünde de dans pisti vardı. Akşamları canlı blues eşliğinde çiftler dans ederdi. Şimdi ne sahne ne de canlı müzik var ama bahçenin köşesine kocaman bir kıl çadır kurulmuş. Üzerine asılan tabeladada bir göz resmi ve yanında da “leme bulunur” yazısı asılmış. “Göz-leme” espirisi biraz zaman alsa da çözebildik. “Toplumlar geriye gitmez, çürür” demişti Afşar Timuçin. Çürümüşlüğün kokusunu hissediyorum memlekette. İçim acıyor…
Akşehir, köyden kente göçün dokusunu bozarak kasabalaştırdığı eski bir Selçuklu şehri. Türkiye’in diğer bölgelerinde olduğu gibi Akşehirli kadınların da erkek egemen bir kültürde daha çok ezildiklerini, yaşam alanlarından ve ekonomiden çekildiklerini gözlemledim. Bir zamanlar yazlık kışlık sinemaları ve tiyatroları olan, düğünlerinde dans edilen, şehir merkezinde sergileri eksik olmayan, parklarında canlı caz dinlenilen bu şehirdeki kadınların elinden kültür ve sanatlarıyla birlikte özgürlükleri de alınmış gibi geldi.
Ekonomist bir dostum ülkede üretim olmayınca, işsizlik çoğalıp kronikleşince herkes herkesin kurdu oldu diyor. Yalnızca devletin kurumlarına değil, insanların birbirlerine güveni azalmış durumda. Büyüklere saygı ve küçüklere sevgi de bu heyelandan nasibini bolca almış sanki.
Ne yazık ki halkın yoksullaşması, toplum bilincinin kuraklaşması; “Ne oluyoruz? Bir şeyler değişmeli” sorgulamasını getirmiyor, tam tersine güce teslimiyeti ve koşulsuz itiatı güçlendiriyor. Türkiye genelini anlatmakta belki yetersiz bir gözlem olabilir ama gezdiğim yerlerde sohbet ettiklerim, “dünyada ve Türkiye’de ne olup bitiyor”dan daha çok kendi derdine düşmüş gibime geldi.
Memlekette devletin “sosyal” olmaması ve sosyal desteklerin yokluğu, aile içi zoraki dayanışmayı ve çalışan kesimin yükünü artırdığını gözlemledim. Eskiden gelecekten umutluyduk. Günümüzde “bugün yarından beter olmasın” duygusunda yaşar olmuşlar sanki…
En acı yanı da yurtdışında yaşayan ve memlekete gitmeyi dört gözle bekleyen bizler için kendi memleketimizde giderek daha çok yabancı olmamız sanırım. Çürümüşlüğün kokusunu hissediyorum memlekette. İçim acıyor…
Akşehir’de iyi şeyler de çoktu hani. Şarap misali kadim dostluklar… Dostum eski öğretmen ve yeni kimyager Tahsin Zerey’in bizi misafir ettiği kiraz bahçesi ve köesindeki otantik kulübenin beton canavarına karşı direnmekteki kararlılığı… Çocukluk arkadaşlarım Abdurrahman, Mükerrem, Atila ve Mehmet Güleray’ın o çocuk tebessümlerini korumaları… İçim acısa da ben yine geleceğim…
- Oxford Street’de Urfa’daki işçileri desteklemenin erdemi
- Namık Kemal’in Londra’daki izi
- İngiltere’de emekli maaşı 50 paket sigara karşılığında
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (II)
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (I)
- İngiltere laikliği sağlamlaştırıyor
- Emekli WASPI kadınlarının zaferi…
- İngiltere’nin simgesi Minilerin tasarımcısı: İzmirli Alec
- Kral Charles ve bir yoksul hastalığı olarak kanser…
- Ahhh Kate Osamor bir çuval inciri berbat ettin!