Çocuklara avucunu açıp “Buraya bir kuş konmuş”la başlayan tekerlemeyi bilirsiniz. Cüce parmaktan başlanır sayılmaya, “Bu görmüş, bu tutmuş, bu pişirmiş, bu yemiş ve bu da ‘hani bana hani bana’ demiş” diye sürer… Parmaklardan birisi kuşa özgürlüğünü verelim, bırakalım demez… Her biri suça katılır. Baş parmak suça fiili olarak katılmasa da “hani bana” ile aynı yolun yolcusudur.
Çocukları belki de farkında olmadan şiddeti ve çevre kirliliğini kutsayan deyim, atasözü, masal ve hikayelerle besliyoruz. Turnayı gözünden vuruyor ya da bir taşla iki kuşun canına kıydırıyoruz, karpuz kabuğu denize düşünce yazı getiriyor, “Baltalar elimizde, uzun ip belimizde / Biz gideriz ormana, hey ormana” şarkısını öğretiyor, “erkek adam” diye ağlatmıyor, adına “Savaş, Vural…” koyuyor, mantar tabanca yerine artık kitle katliamı yapan bilgisayar oyunlarıyla baş başa bırakıyoruz…
Dostlar insanlık tarihinde “şiddet”, ilk kez geçen yüzyılda Alman Nazistler’ince kurumsallaştırılmıştı. Nazi kamplarında yapılan sistemli işkence ile soykırımına dönüştürülen katliamda 1,5 milyon çocuk yaşamını yitirmişti. Hitler faşist diktatörlüğü altında 1933’den 1945’e Musevi çocukların yüzde 89’u yok edilmişti.
Peki şiddetin kökeninde ne yatıyordu? Şiddeti kurumsallaştıran faşizm neden Almanya’da kök salabilmişti? Yaşlı teybimi Londra’da yaşayan ve Faşist Franko’ya karşı savaşan bir aileden gelen Dr. Felicity De Zulueta’ya tutmuştum. İngiltere ulusal basınının da şiddet konusunda sıkca görüşlerine başvurduğu bilim kadını bu soruların yanıtını “Acıdan Şiddete” adlı bilimsel araştırmasında yanıt arıyordu.
Zulueta’ya göre, sevgisizlik ve çocuklara atılan dayak şiddete kaynaklık ediyordu. İnsanlar sosyal, psikolojik ve biyolojik olarak birlikte yaşamak zorundadır” diyen Zulueta, bu zorunluluğun bilimsel olarak, “Sevgi Bağı Teorisi” (Attachment Theory) açıklandığını şöyle anlatmıştı:
“İngiltere’de Dr. J. Bowlby’nin geliştirdiği teoriye temel olan deneyde, anneler bir süreliğine çocuklarından ayrılıyor. Anneler döndüğünde çocukların tepkisi ölçülüyor. Normal çocuklar annelerinin boynuna atılırken, sevgisiz büyüyen, dayak gibi fiziksel cezalar uygulanan, kötü bakılan çocuklar annelerin gelmesini istemiyormuş gibi görünüyor. ‘Çekingen-Avoidant’ diye adlandırılan bu gruptaki çocukların bilinç altında yer edecek davranışlar, yetişkin çağa gelindiğinde ‘reenacting’ yani ailenin bir tekrarı olarak ortaya çıkacaktır. Diğer insanları bir obje olarak görme eğiliminde olacaklardır. Kendilerini değerli bir insan olarak görmedikleri için de diğerlerini aşağılama, onlara zarar verme eğilimini yansıtacaklardır…”
“Bu teori, bizim genetiksel olarak kötü olmadığımızı, gelişimimizdeki bazı değişkenlerle ilintili olduğunu göstermesi açısından önemlidir” diyen Zulueta’ya göre bu çalışmanın bir başka önemi de Almanya’da gelişen faşizmin psikolojik açıklamasında kullanılması… Zulueta faşizmin psikolojik nedenini de şöyle açıklıyor: “Hitler öncesi Almanya’da çocuk yetiştirilmesiyle ilgili duvar boyu kitapların içeriğinde şiddet uygulaması vardı. ABD’de yapılan araştırmalarda ‘Avoidant’ grubuna giren çocuk sayısı yüzde 20-25 gibi yüksek bir oranda bulunurken, faşizmin kök saldığı Kuzey Almanya’da bu rakam yüzde 50 dolayındaydı.”
Zulueta’ya göre, Hitler faşizmine zemin hazırlayan bu yüksek oran, Alman kültürüyle doğrudan ilintili. Kuzeyli anneler, yine kendi annelerinden öğrendikleri gibi erkek çocukları yürümeye başladıklarından itibaren “sert mizaçlı erkek” karakterinde büyütmek için sevgisiz davrandılar. Bir başka anlatımla çocuklara ekilen fazlasıyla biçildi…
“Almanların Musevilere uyguladığı şiddetin, Musevilerce aynı yöntemlerle Filistinlilere uygulanmasına ne demeliydi ya?” Araştırmasında bu konuya da yer veren Zulueta, bu durumu sürekli dayak yiyen çocuğun yetişkin hale geldiğinde babasının bir tekrarı olması “re-enacting” ile açıklıyor.
Dostlar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar sokaktaydı. Kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak amacıyla 1999’da BM’de kabul edilen bugünde kültürdeki şiddetin kökenini kurutmak adına “Buraya bir kuş konmuş. Adı özgürlük olsun” diyorum..
- 2 Mayıs’taki oyum
- Oxford Street’de Urfa’daki işçileri desteklemenin erdemi
- Namık Kemal’in Londra’daki izi
- İngiltere’de emekli maaşı 50 paket sigara karşılığında
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (II)
- İki ülkede belediyecilik karşılaştırması (I)
- İngiltere laikliği sağlamlaştırıyor
- Emekli WASPI kadınlarının zaferi…
- İngiltere’nin simgesi Minilerin tasarımcısı: İzmirli Alec
- Kral Charles ve bir yoksul hastalığı olarak kanser…