Herkes ne kadar mutlu. Ne kadar da güzeller… Kadın-erkek hepsinin muhteşem vücutları, sevgi dolu, aşk dolu özel hayatları var. Yetmiyor bir de iş hayatlarında başarıdan başarıya koşuyor, terfi ediyorlar. Tatillerinde dünyayı geziyorlar. Ya çocukları? Nasıl uslular… Çıtları çıkmıyor, sadece tatlı tatlı gülümsüyorlar. Yeni evlerinden, yeni eşyalarından, gıcır gıcır otomobillerinden söz etmiyorum bile!
Tanıdık düşünceler mi?
Öyle olmalı. En azından sıkı bir sosyal medya takipçisiyseniz, aynen böyle düşünüyorsunuz! “Dünya ne zaman bu kadar mükemmel, bu kadar şanslı insanlarla doldu” merak ediyorsunuz, itiraf edin.
Yanılıyor olamam. Çünkü Psikoterapist Dr. Sheri Jacobson görüşlerimi bilimsel vurgularla destekliyor: “Herkes sosyal medyada kendini en iyi, en kusursuz haliyle göstermek istiyor. İnsan olmanın doğasında bu var. Diğerleri tarafından onaylanmak için mükemmele yakın olmanız gerek. Ancak burada ironik olan sosyal medyanın konumu. Deneyimlerimizi paylaşmamız gereken bir platformda bizler bir imaj yaratıyor ve onun peşinde koşuyoruz, onu besliyoruz. Üstelik bu imaj gerçek hayatımızın sadece küçük bir parçasını yansıtıyor, ya da tamamen yalandan ibaret oluyor.”
Önce Facebook’la tanıştık, sonra ucunu benim bile kaçırdığım diğer sosyal medya araçlarıyla çevrildi dört bir yanımız. Instagram, LinkedIn, Tumblr, Pinterest… Güya amaç Dr. Jacobson’un söylediği gibi hayata dair deneyimleri paylaşmaktı. Ama öyle olmadı. Bir anda herkes kendini diğerlerine ispatlama, kanıtlama yarışına girdi. Mesaj iddialı ve açık: “Mutluyum, şanslıyım, başarılıyım, param da var! Seviyorum, seviliyorum. Unutmadan bir de cool’um..!”
Gerçeklerin sadece bizlere yansıtılanlardan oluşmadığını hepimiz biliyoruz, mutlaka bir uzmanın söylemesi gerekmiyor aslında! Paylaşılan fotoğraflardaki o kusursuz kadınlar, emin olun sabah uyandıklarında sizden benden farklı değiller! Ya da sessiz sedasız uyurken gördüğünüz ve altına “Melek gibi… ” mesajı yazarak, annesini babasını ihya ettiğiniz bebeklerin ‘geçirdiği ve ev halkına geçirttikleri sinir krizleri’ de sizin evde yaşananlardan pek farklı değil. Senenin her günü Meksika’da tatilde de değil bu insanlar, her ay terfi de etmiyorlar. Onların patronu da onları iş arkadaşlarının yanında küçük düşürüyor.
İnanın ya da inanmayın, her cumartesi can ciğer dostlarıyla ‘Hayat bize güzel’ brunch’ları da yapmıyorlar. Koltuğa kıvrılıp, ellerinde cips ile onlar da televizyonda saçma sapan bir dizi seyrediyor ve bir gören olmasın diye dua ediyorlar! Yani onlar da normaller!! Sizin gibiler, benim gibiler. İyi anları oldukları kadar, kötü anları da var. Çirkin göründükleri de oluyor, mutsuz ve şişman hissettikleri de. Sadece bu normal anları paylaşmıyorlar, hepsi bu! Çünkü böyle anlar popüler olmuyor.
Oysa bilmiyorlar ki sorun ‘normal olmak’ta değil. Sorun “kimsenin mükemmel olmak zorunda olmadığını’ bilmemekte. Sunday Times’a konuşan Guildford Lisesi Müdürü Fiona Boulton, sosyal medyanın gençler üzerinde yarattığı baskıdan hoşnutsuz, “Yaratılan yalan yanlış imajlar gençlere ‘normal insanlar böyle görünür ve yaşar’ mesajı veriyor. Onlar da kendilerini güzel, cool ya da komik olmak zorunda hissediyorlar. Akıl sağlıkları etki altında” diyor. Haksız da sayılmaz.
Gerçek olanla, yansıtılan imaj arasındaki fark ne kadar açılırsa kişi o kadar tatminsiz, huzursuz ve gergin oluyor. Keşke biri çıkıp da mükemmel imaja yaklaştıkça, mutluluğa fersah fersah uzaklaşılacağını hatırlatsa insanlara! Belki de çıktı bile ne dersiniz?
- Bu yazı kimler için!
- Türkiye’de boşanmak için ne yapmalısınız?
- Yazmak her şeye rağmen,cesaret göstermektir
- Housing Association Evlerinde kalanlar da oturdukları evi satın alabilecek
- Çırpınmayı bırakıp suyun kaldırma gücüne iman edenler kolayca yüzebilir…
- Vizesiz Avrupa mümkün mü? (III)
- Çocuklarda Meningokok B (MenB) Aşısı ve önemi
- Sayın Cumhurbaşkanım
- Hocam bu geniz eti dediğiniz nedir?
- Müzakere masasındaki özlü konulara yansıtılmalıdır