Türkiye’nin dış politikasıyla politik gelişmeleri iç içe girdiği ve bu iç içe girişin her zamankinden daha çok anlam taşıdığı bir dönemde bulunuyoruz. Türkiye’nin varlığını, siyasetin erdemi ve demokrasinin gücü üzerinden hissettirmesi pek çok açıdan bir kırılmayı ifade ediyor.
Türkiye açısından ‘güç’ olmayı ve ilişki kurmayı, sadece ulusal çıkar tabir ettiğimiz bir resmi bakış açısıyla değil, aynı zamanda evrensel değerlerle yürütmek, önemli bir geçişe işaret ediyor. Ancak bu geçişin en önemli noktası evrensel değerlerin git gide `Türkiye içinde` ve Türkiye için` en belirleyici değerler haline gelmeye yüz tutmasıdır ve bu değerlerin iç ve dış dinamikler arasında doğru orantılı kesişme bulunmaktadır.
Toplumu ideolojik bir yapı gibi algılayan insansız bakış açısı, bugünün Türkiyesini anlatamaz. Yeni Türkiye, yaşlı Avrupa’nın çevresinde yaşanan hayati bir değişimin taşıyıcısı ve üreticisi olan ülkelerden birisi olarak nitelendirilebilir.
Yaşanan bu değişim süreçlerini ise iki eksende inceleyebiliriz. İlki siyasetin toplum tarafından kuşatılması ile gelen dinamizmdir. Bu dinamizm, farklı ve yeni bir toplumsalın yönlendirdiği `siyasal` olarak açıklanabilir. İkicisi ise, toplumsalın ana kaynağıdır. Yani farklı ve çelişkili çıkarları rasyonellikle bezenmiş tek değer sistemleriyle yöneten bir birey yerine, farklı değer sistemlerini aynı anda tüketen, çok yönlü bir bireye yani çoğulcu bir yeniden bireyleşme denilebilir bir başka ifade ile şahıslaşma sürecidir.
Türkiye’nin yaşadığı değişim süreci ise ilkidir ve bu değişim sürecinde üç farklı toplumsal karşılaşma yaşanmaktadır. Her bir karşılaşmanın önemi toplum tarafından üretilmesi, toplumsalın öne çıkması, öne çıkan toplumsalın siyaseti kuşatması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Karşılaşmalardan ilk olanı laik ile dindar karşılaşmasıdır. Farklı değer sistemlerinin bir bünyede yaşamaya başlamasının en önemli üreticisi olmuştur. Seküler, dini, geleneksel ve modern değer sistemlerinin aynı kişi tarafından tüketildiği bir yapıdır. İkicisi, kimlik ile tarih karşılaşmasıdır. Cumhuriyet döneminin yeniden okunması, gayri Müslimlerin keşfi üzerinden verili kimliğin demokratikleşmesi ve şeffaflaşmasını öngörmektedir.
Üçüncü ise asker ile sivil karşılaşmasıdır, son yıllardaki gelişmelerle ilk kez bir siyasi anlayış, ordu ile arasındaki çatışma görüntüsünün ötesine geçmiş, ülke askerinin, siyasi ve askeri görevler ve sorumluklarının toplum tarafından, toplumsal gözle tartışıldığı bir noktaya gelmiştir.
Kapalı düzenden açık düzene, otoriter yapıdan demokratik alana geçişe ilişkin birçok bezer örnek temel olarak kopuşa dayanır. Savaş, askeri yönetimden çıkış, ekonomik iflas gibi unsurlar birçok ülkede adeta deprem gibi ülkedeki siyasal değişiklikleri tetiklemiş. Örnekleri ise Yunanistan`da, Portekiz`de, Arjantin`de ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanmıştır. Türkiye gibi demokratik oyunun devam ettiği, sert kopuşların yaşandığı ülkelerde ise bu durum fazla değildir. Olanlar ise, örneğin İspanya’daki gibi AB ‘nin aktif olarak kuşatmasıyla doğrudan bağlantılı, başka bir kopuşla karşımıza çıkar. Türkiye tarzı değişimler de, kurum ve kurallar çerçevesinde meydana gelirler. Bunlar değiştirmeyi ya da korumayı hedefleyen çatışmalara ve kutuplaşmalara yol açarlar. Türkiye’nin değişim sürecinin inişli çıkışlı, uzun zamana yayılan çatışmalı görüntüsünün altında temel olarak bu unsur bulunuyor.
Demokratikleşme ve sivilleşme dalgasıyla eski düzenden yeni düzene geçişlerin en önemli gereklerinden birisi de kurumsallaşmasıdır. Toplulukları, faydayı ve egemen olanları merkeze alan eski kurallar yerine, kişiyi ve ilkeyi dikkate alan çoğulculuk etrafında belirlenen yeni kuralların ve kurumların inşası önemlidir. Düzenli ve kopuş olmadan yaşanan değişim süreçlerinde kurucu iktidar oluşmaz, çözüm mevcut yapıların içinden, mevcut olan aktörlerle ve onların yapacağı iç değişimleriyle olur.
Toplumsal açıdan bu unsurların Türkiye içinde önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. İslami kesimin yaşadığı değişim dalgası, solda ortaya çıkan zihniyet yarılması, laik kesimde oluşan demokratikleşme eğilimi bu duruma örnek verebiliriz. Başka bir örnek ise, askerin değişim sürecine karşı direnişi ve bu süreci kesintiye uğratmaya çalışmasıdır.
Bununla birlikte öznesi kadar nesnesi de olmuş, değişimi taşımak zorunda kalmıştır. Taşıyıcılık bir iç değişim dalgasının harekete geçmesine neden olmuştur. Bu durum, kurumun yıpranması kadar kurumun içinde ve kuruma ilişkin yeni değer dalgası devreye girmesine neden olmuştur. Bir diğer örnek ise, yargının bu süreçteki konumu ve görüntüsüdür.
Bölünme, kutuplaşma haline işaret ettiyse de yargının kendisini yenileme sürecine girmesi, nasıl ve hangi dinamiklerle ayakta uyduracağını belirlemesi değişimdeki kurumsallaşmayı işaret eder. Bütün bu örneklerin ışığında, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum zor ama etkili bir değişim modelidir.
- Bu yazı kimler için!
- Türkiye’de boşanmak için ne yapmalısınız?
- Yazmak her şeye rağmen,cesaret göstermektir
- Housing Association Evlerinde kalanlar da oturdukları evi satın alabilecek
- Çırpınmayı bırakıp suyun kaldırma gücüne iman edenler kolayca yüzebilir…
- Vizesiz Avrupa mümkün mü? (III)
- Çocuklarda Meningokok B (MenB) Aşısı ve önemi
- Sayın Cumhurbaşkanım
- Hocam bu geniz eti dediğiniz nedir?
- Müzakere masasındaki özlü konulara yansıtılmalıdır