Tamer Çalışır
Yetenekli olduğunu düşünüyor musun? Bilgisayarını konuşturan, arabasını şaha kaldıran, ticarette şeytana pabucunu ters giydiren, gitarı ağlatan birisi misindir? On parmağında on marifet olduğu için parmakla gösterilenlerden misin? Yetenekli biriysen eğer, kimselerde olmayıp da sen de çokça bulunan meziyetlerin olmalı. Nadide bulunan vasıflara, benzeri olmayan üstünlüklere malik olmalısın. Sıra dışı ve izi kolayca silinmeyen bir etkin olmalı. Kimsenin yetemediğine yetmek; çevrendekilerin beceremediğini becermek; senin için çocuk oyuncağıysa, yeteneklisindir hiç şüphesiz.
Allah vergisi kadife gibi bir sese, en karışık matematik problemlerini çözebilen zehir gibi bir hafızaya, parmak yediren lezzetleri mutfağında kolayca imal eden marifetli ellere, piyano tuşlarını dans ettiren en kıvrak parmaklara sahipsindir yetenekliysen. Ustasındır; üstatsındır. Aziz Sancar, Aşık Veysel, Barış Manço, Paul Anka ya da Cemal Reşit Rey’sindir yetenekliysen. Becerin, yaşadığın yerde kimsede olmayan ya da az bulunan türden bir meziyet olduğu için “Yetenekli” kabul edilirsin. Yaptığını tereyağından kıl çeker gibi ustalıkla, şeytana papucunu ters giydirircesine zekice yapan bulunmaz hint kumaşıysan el üstünde tutulursun.
Futbol topunu ayağında, omuzunda yahut başında sektiren bir bayan; maraton koşan 75 yaşındaki bir genç herkes tarafından takdir edilir. Ortalamanın üzerindekiler marifetliler sınıfına girerler ve bu özellikleri iltifata tabidir. Suyun altında herhangi birisi gibi 1 dakika nefessiz kalmak değildir marifet. Nefessizliğe 10 dakika süreyle dayanabiliyorsan, övünebileceğin bir özelliğin var demektir artık. Hızın, yüz metreyi 12 saniyenin altında koşarsan kabiliyetinin bir göstergesi haline gelir. Düz yolda yürüyene değil de, metrelerce yüksekteki bir ipin üzerinde yolda yürüyen insanın rahatlığında yürüyen bir cambaza hayran kalınır.
Yeteneklerin bir çapı vardır. Seviye seviyedir. Otuz kişilik bir sınıfta kimsenin çözemediği soruyu çözdüğünde “Nobel Fizik Ödülü” vermezler hemen sana. Kendi sınıfının birincisi olur; hediye olarak takdirname alır ve mutlu olursun. “Abi adam da ne nefes var, hiç mi detone olmaz bu adam” dediğin o enfes ses, “Grammy Müzik Ödülü” nün kıyısından dahi geçmeyebilir. Bu müthiş ses yalnızca kuru alkışlarla ödüllendirilebilir. Bir sinema filminde başrol oynaman, kesinlikle büyük bir yeteneğin işareti olsa da, “Altın Portakal Film Festivali” ile her sene yalnız bir kişiye “En İyi Kadın Oyuncu” ödülü verilir ve o sen olmayabilirsin. Öte yandan bu durumlar yeteneğin varlığını ortadan kaldıramaz ve bence herkes kendi çapında yeteneklidir.
Sahip olduğun yetenekler, elinde olan ya da olmayan sebeplerden ötürü sokağının, mahallenin, şehrinin veya ülkenin sınırlarını aşacak mertebeye ulaşamayabilir. Boş arsada top oynayan çocuğun usta ayakları fark edilmediği sürece, halı saha maçı için sık sık telefonla aranılan “Karlos” lakaplı arkadaşınız, eh işte bir sol açıktan öteye gidemez. Küçücük yaşında basketboldaki müthiş kabiliyetin, lise takımındaki potaya takılabilir ve o kumaştan “Uçan Adam Jordan” çıkmayabilir. Elbette bu durumlar yeteneğin varlığını ortadan kaldıramaz ve bence herkes kendi çapında yeteneklidir.
Çok arzuladığın ve kendinden emin olduğun halde yeteneklerine yetenek gözüyle bakılmayabilir. Zevkler ve renkler nasıl tartışılamazsa, neyin yetenek olduğu da tartışılmaz. Buna bazen yaşadığın çağ, bazen üyesi olduğun toplum, halkın duyarlılık düzeyi, bazen de şu an anlam veremediğin genel kabuller ve önyargılar karar verir.
Vasıfların, sen yaşarken meziyet olarak kabul edilmez mesela. Kimi zaman ölmen gerekir yetenekli olman için. Gitmen, uzaklaşman, yok olman gerekir. Franz Kafka gibi sahip olduğun üstün yetenekler ve ölümsüz eserlerin, ölümünden sonra gün ışığına çıkabilir. Vasatın dehaya dönüşmesi için bir cenaze törenine ihtiyaç duyulabilir. Rock müzikte ve gitardaki haklı yeteneğinin hak ettiği ödülünü alabilmek için 1996 yılında vefat edip, 2004’de Grammy ödülüne layık görülen bir “Johnny Cash” olabilirsin. Büyük yeteneklerin hikayesi de büyük ölçekli ve çok zahmetli oluyor kısacası. Örneğin, “Resimlerimin satmadığı gerçeğini değiştiremem. İnsanlar zamanla resimlerimin, üzerinde kullanılan boyadan çok daha değerli olduğunu anlayacaklar.” demişti o büyük ressam. Renklerin dahi sihirbazı[1], otuz yedi yaşında öldükten sonra, paha biçilemeyen sayısız eseri, her biri milyon dolarlar değerine ulaşsa da, buna şahitlik edemedi. Sabahattin Ali de öyle. Onun yazarlıktaki ustalığı, toplumumuzun okuma alışkanlığı arttıkça fark ediliyor. Yaşadığı devrin çok ötesinde vasıfları bulunan sanatçı ya da bilim adamı, toplum tarafından algılanamıyorsa, sahip olunan yetenek kıymeti bilinene kadar güme gidebiliyor.
Senden çok varsa oralarda; kabiliyetinin esamesi okunmaz. Yan sokakta, diğer şehirde, başka ülkede, beş sene önce inanılmaz kabul edilsen de, sana benzeyenlerin sayısının arttığı o yer ve o zamanda sıradan bir insan olarak görülürsün. Sen ve yeteneğin biricik olmalı. Senin üstesinden geldiğin şeyi, kimse yapamamalı; imkânsız gibi görüneni senden başkası becerememeli. O zaman yetenek için neden bilhassa “Tek” lik ya da “Tek tük” lük içeren vasıflar “Yetenek”tir demeyelim.
100 metreyi 15 saniyenin altında koşan yoksa, tabiki de 15’lik olanlar yeteneklidir. Hayat sürdüğün çağ içerisinde, iki bilinmeyenli denklemi senden başka çözebilen yoksa matematikteki hünerin hala şapka çıkarılacak cinstendir. Ayda iki kitap okuyan, izmaritini çöpe atan, karakalem resim yapan, sanatçıyı destekleyen, sabah erken kalkıp koşan insanlar, bir elin parmakları kadarsa o kişiler de yeteneklidir. Kargaşa anında sakin kalabilen, panik yapmayan az sayıdaki insan, kalabalık gurubun cevherleridir. Tüm olumsuzluklara rağmen gülmeyi ve güldürmeyi başaran; herkesin ve her şeyin tükendiği anda yüzlercesini gülümseyişiyle yeniden hayata döndürebilenler, zor ameliyatların üstesinden gelen cerrahlar kadar üstün vasıflıdır. Otobüste bayanlara yer vereni; yaşlısına hürmet edeni; komşusu açken tok yatamayanı, insani erdemlerini yitirmemişleri samanlıkta iğne arar gibi arıyorsanız; bulunması zor olan bu insanların tamamı en büyük yeteneklere sahiptir.
O halde kimler yeteneklidir? Yalnız rekor kıranlar mı? Motosikletiyle atlayıp, bisikletiyle zıplayanlar mı? Okyanustaki dalgalarla sörf yapanlar, müzik aletine söz geçirenler, en derinlere dalanlar, en yükseklere çıkanlar, şiir gibi yazanlar, gerçekmiş gibi çizenler midir tüm yetenekli bildiklerimiz?
Yüce önderimiz Atatürk gibi büyük bir deha, bu liderin etrafında kenetlenmiş, dünyanın en temiz kalpli Mehmetçikleri ve vefakâr Türk Milleti’nin her bir ferdi bizim için dünyanın en yetenekli insanları değil midir?
Hiç kimsenin olmadığı kadar insan olmak, her şeye rağmen insan kalabilmek,
Kimsenin anlayamayacağı kadar insanlığa yaraşır olmak,
İçinde akan çağlayanları ailesini geçindirebilmek ve hayatta kalabilmek üzere son nefesine kadar dizginleyebilmek,
Kardeşinin sırdaşı biricik bir abi, abla olmak; onlara bir ömür küçük kalan bir kardeş olmak,
Çocuklarının arkasında dağ gibi duran bir baba olmak,
Bir yastıkta kocayan; iyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta tek yürek olmuş bir eş olmak,
Evladı için son nefesine kadar dünyanın en ama en güzel annesi olmak yeteneklerin en büyüğü değil midir?
Ve bu insanlar övgünün en büyüğüne layık değil midir? Ömrü boyunca fiziken ve ruhen “Kendine Ait Bir Oda”[2] sahibi olamadığı için yeteneklerinin farkına varılmayan, benzerlikleri kabul görmesine karşın farklılıkları belirdiği an küstürülen insanları yeteneksiz kabul etmek mümkün olabilir mi?
Şimdi bir kez daha soruyorum… Yetenekli olduğunu düşünüyor musun?
[1] Van Gogh 1890 yılında tarlada resim yaparken tabancasıyla kendisini vurmuştur.
[2] Dünyanın en yetenekli yazarlarından birisi olan Virginia Woolf “Kendine Ait Bir Oda” isimli eserini 1929 yılında yayınlanmıştır.
Hikayeyi sesli dinlemek için linke tıklayınız:
https://www.instagram.com/reel/C2cN8W7pkGT/?igsh=NzEycjVwMHRlZXo1



ENFIELD
HACKNEY
HARINGEY
ISLINGTON





