Geçenlerde yengeç burcumun verdiği evcimenlikle evde oturmuş Osho’nun “Aşk, Özgürlük ve Tek Başınalık” kitabını okurken gayet huzurlu ve mutluydum.
Aklımdan bırak çocuk yapmayı evlilik ve ilişkilerin Londra’dan sonra İstanbul’da da yozlaşmış olduğunu, gerçek sevginin, saygının azaldığını, evliliklerin ne kadar kısa sürdüğünü, çıkar ilişkilerinin çoğaldığını ve bunun sonucu olarak mutsuz evliliklerin arttığını, tek başınalığın ne kadar güzel ve huzurlu olduğunu, yalnızlık ve tek başınalık kavramları arasındaki farkın kitapta ne güzel anlatıldığını düşünüyordum.
Bir ara bilgisayarımı açtım. Sosyal medyada Nil Karaibrahimgil’in bebeği doğduğunda kaleme aldığı bir yazının paylaşıldığını gördüm. Şarkılarını pek bilmesem bile Nil tarzı, çocuksu yönü ile her zaman ilgimi çeken bir kadın olmuştu.
Hatta ilk hamile olduğunu duyduğumda, nedense bayağı şaşırıp “Bak görüyor musun? Nil bile çocuk sahibi oluyor!” diye şöyle bir kendi kendime düşündüğümü hatırlıyorum. Sanki son kalemde yıkılmış gibi!
Ve Nil’in yazısını okuduğumda gözlerim dolmuş hatta sular seller gibi taşmıştı. Halen biliyorum ki çocuk sahibi olmak bir kısmet işi. Hayırlısı ne ise o olsun demek hayatın her parçasında geçerli. Ama en azından bu yazıyı okuyunca içimde annelik hissi olduğunu bilmek çok hoşuma gitti. Çünkü anladım ki çocuğum olmasa bile “Meğer ben de anneymişim…”
“ Psikolojik olarak sağlıklı bir nesil için mutlu bir yuvada, şefkatli bir anne ile birlikte güçlü bir baba figürüne de ihtiyaç var. “
Şunu özellikle belirtmek isterim. Dünyaya çocuk getirme fikrini eşlerin huzurlu, mutlu olduğu yuvalarda sonuna kadar destekliyorum. Bazı kadınların sadece çocuk sahibi olmak için özellikle Londra gibi yerlerde babasız, sevgisiz, mutsuz ortamlara çocuk getirmesini veya yurdumuzda bazen bu maksat ile tabiri caiz ise koca bulmak fikrini çok bencilce ve yanlış buluyorum. Sadece ben değil psikologlar ve uzmanlar mutsuz ortamlarda, özellikle babasız yetişen küçük çocukların bu eksikliği tüm hayatları boyunca hissettiklerini ve birçok problemin temelinde bunun yattığın sürekli iletiyorlar.
Dünyada son dönemlerde bozulan erkek ve dişi enerjilerinin dengelerine değiniyorum dönem dönem. Özellikle biz Londra gibi yerlerde yaşayanlar bu dengelerin nasıl bozulduğunu ve aile kavramının ne kadar az olduğunu Türkiye’ye göre daha çok gözlemlemekteyiz diye düşünüyorum. “Ozaman Nil Karaibrahimgil’in bu anlamlı yazısı çocukları olsun, olmasın yuvasını ve kocalarını seven, doğurmasa bile evlat edinmiş, koruyucu annelik yapan ya da huzurlu bir yuva kurmak isteyen sevgi ve şefkat dolu KADINLARA gelsin. “
Meğer Aziz Arifmişim
“Meğer ben suymuşum. İçimdeki akvaryumda bir insan büyüyebilirmiş.
Meğer ben aklım değilmişim sadece, kalbim de değilmişim, bir bedenmişim ben. Ikınıp bir canlıyı hayatla buluşturabilecek basit bir beden.
Meğer ben kadınmışım. Kadın gibi bir kadın. Çocuk gibi bir kadın değil sadece.
Meğer ben aynadaki ben değilmişim. Aynadaki kimmiş ben başkaymışım. Bir içim varmış benim. Bir de dışım.
Meğer tek aşk, şarkılardaki değilmiş. Başka bir aşk varmış yavruya duyulan. Kalbe doğumla dolan. Kaynağından gözyaşlarıyla fışkıran.
Meğer annem… Ah annem… Bakın yazamıyorum ona gözlerim doluyor.
Meğer beslemeye muktedirmişim. Sütmüşüm ben, ilaçmışım, balmışım.
Meğer kokum birine cennetmiş, sığınakmış, yuvaymış.
Meğer kaderde en sevdiğim adamdan çocuk yapmak da varmış, şükür.
Meğer bilmediğim ne çok şey varmış. Asıl anlatacak ne çok şey varmış bilmem ki nereden başlasam… Dünyadan? Kıtalardan? Hayvanlardan? Annenden, babandan, insanlardan?
Meğer uykusuzluk da güzel olabilirmiş. Hatta fazla uyku hasret yaparmış, yavrunla arana girermiş.
Meğer her şey yeniden başlarmış. Eski olan her şey bir anda eskirmiş.
Meğer seninle konuşmayan minnacık bir adam, sana kendini anlattırırmış.
Meğer benim bir oğlum olacakmış, kim bilebilirdi.
Meğer ben bir matruşkaymışım. İçimden bir küçüğüm çıkarmış.
Meğer geceyle gündüz palavraymış. Hepsi şimdiymiş. o uyumayınca uyku da neymiş. Uykun gelmezmiş. Zaman güneşin uydurmasıymış.
Meğer annem beni bundan merak edermiş, arayıp sorarmış, dayanamaz gelirmiş, başımdan eksik olmazmış, deli gibi severmiş.
Meğer ben Nil Karaibrahimgil, Aziz Arif’sizmişim eskiden.
Meğer minik bir yavrunun gözlerinde kâinatın sırrı gizliymiş. Bakıp çözülmezmiş sadece dalıp gidilirmiş.
Meğer avuçlarım onun elleri için kılıfmış.
Meğer kollarım onun ilk eviymiş.
Meğer sesim ona müzikmiş, hikâyeymiş, ninniymiş.
Meğer dualar gerçek olurmuş.
Meğer kalbim artık onun kalbiymiş. Onda atacakmış.
Meğer büyümenin, öğrenmenin, çoğalmanın, yenilenmenin sonu yokmuş.
Meğer yeryüzünde cennet varmış.
Meğer mutluluk gözyaşları varmış.
Meğer biri uyurken yapacak şeyinin kalmadığı, aklına bir şeyin gelmediği olurmuş.
Meğer sevginin sonu yokmuş.
Meğer iki kelime bir büyü gibi diline dolanıp bir ömür bütün cümlelerinin öznesi olabilirmiş. Aziz arif.
Meğer babamın dediği gibi bizim için artık, ‘saatli maarif takvimi’ yokmuş, ‘sıhhatli aziz arif takvimi’ varmış. Hoş geldin oğlum. aziz ol. arif ol. amin.”
(Nil Karaibrahimgil)
e-mail: info@nlondon.com
- Kendiniz Olma Alışkanlığı…
- Hayata Dair…
- Zihin, Duygu ve Beden Bağlantısı…
- 25. Kare Tekniği ve Subliminal Mesaj Nedir?
- Hayata Dair…
- Kadının Bilgeliği…
- Para Koçluğu Nedir?
- Geçmişim, İzin Ver De Gelişeyim…
- Yürek Isıtan Görüntüler Lazım…
- Motive Eden Film Önerilerim…