
Londra’da yaptığım tüm yolculuklarımın en sevdiğim yanı, dünya insanını gözlemlememe olanak sağlaması. Yaşadığım şehrin o meşhur tuğlalı evlerinden çıkıp, yağmurlarla yıkanmış sokaklarına adımımı her atışımda, bana hiç benzemeyen bir insan selinin içinde yüzmeye başlıyorum. Bu kozmopolit denizde onları görmek; tahlil etmeye çalışmak, ayakkabılarını giyip onların yerine kendimi koyabilmek ve insanlığı en yalın halleriyle fark edebilmek büyük şans. Dilleri, renkleri, yüzleri benden çok farklı. Bakışları, oturuş şekli ülkemin insanlarına hiç benzemiyor. Dünyayı benim algıladığım gibi kabullenmiyor onlar. Kültürel kıymetleri, jest ve mimikleri, kullandıkları vücut dili bambaşka. Beğendiklerime burun kıvıran; seçmediğimi havada kapan dünyalılar…
Londra sokakları dürbüne ihtiyaç duymayacağınız dünyanın en verimli seyir yerleri. Panoraması en geniş açılı ve en renkli olan gözlem üssü. Asya, Avrupa ve Afrika’nın hemen hemen her ülkesi çıplak gözlerimin kadrajına giriyorlar. Kuzeyin güneyden hep daha soğuk ve kurallı; batının ise doğudan daha gelişmiş ancak duygusunu yitirmiş olduğu hissine kapılıyorum bu seyir yerinde. Yanımdalar, çok yakınımda. Her defasında bir dünya dolusu insanla birlikte Londra’yı arşınlayıp, onları anlama yolculuğu yapıyorum. Zor ve çileli olduğunu hissettiğim gizemli hikayelerine kafa yoruyorum. Hiç fikir sahibi olmadığım hallerini yıllar yılı tepeden tırnağa sorguluyorum. Hayatla savaşan yorgun bedenleri Londra`da, göz bebekleri çocukluklarının geçtiği uzak memleketlerinde kalmış, bana benzeyen göçmenler… Hepinizi merak ediyorum.
Zihnim arapsaçı; sorularım tükenmiyor. Niçin Londra’ya gelmişler? Evdeki yaşamları nasıl? Hintli Hanım eve gidince ne yemek yapacak? Şu “Beş Çayı ” içen İngilizler neredeler ve ben niye göremiyorum? Jamaikalı öğrencileri bu kadar mutlu eden ne? Ben de güler miydim onların güldüklerine? Benim Türk olduğumu nasıl anlıyorlar? Nelerden vazgeçip geldiler Londra`ya, değdi mi geldiklerine? Ya ben?
Ya sen niye buradasın? Alışabilecek misin onlara?
Benim gibi yaşamayan, hayatı benim penceremden görmeyen insanların yanında silik bir siluete mi dönüşüyorum acaba? Can ciğer dostlarım, vefalı komsularım neredeler? Fincanımdaki az şekerli kahvemi, ince bellimdeki tavşan kanı çayımı içmeyen toplumların içinde hızlıca eriyorum sanki. Kim bilir? Bu farkındalık sınavı beni en nihayetinde, tavında dövülen bükülmez bir demir yapar belki de.
Sorularım ve cevapları hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Sadece hoşuma gidiyor insanoğlunu çözebilmek. İcadı için mutlu olan bilim adamı gibi insanı keşfettikçe hayattan keyif alıyorum. Onları keşfederek kendi dehlizlerimin zifiri karanlığını aydınlatıyorum aslında. Beni farklı kılan özelliklerimin altını çizerek öğreten kalın bir kitap gibi Londra. Sanatın, ekonominin, bilimin ve tabii ki göçmenlerin başkentinde ıslanmaya, güneşi aramaya ve bambaşka göç hikayelerine doğru ağır aksak yol almaya devam ediyorum.
Ya senin yolculuğun nasıl gidiyor?
Hikayeyi sesli dinlemek için linke tıklayınız: https://www.instagram.com/reel/C7dy75XpCIL/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==