
Her şeyi öğretiyorlar bize. Nasıl giyineceğimizi, ne yiyeceğimizi…
Neyi tercih edeceğimiz ve bizim için neyin iyi olduğu bile belli aslında. Reklam panoları, elimizdeki telefonlar, medya, sosyal medya arı gibi çalışıyor sağ olsunlar. Nasıl mutlu olacağımızın, bilinçaltımıza sokulan bir biçimi var. Sevgiliyle nasıl kavga edilip; bir gün sonra yeniden bir araya nasıl gelinir… o bile belli.
Ne tür bir tatil bizi daha varlıklı gösterir?
Gideceğimiz mekân bu aralar ne olmalı?
Evde sizi üzmeyecek köpek türleri nelerdir?
Ve insanlık nasıl beceriyor bilemem kendilerine sunulan binlerce seçenek içerisinden hep aynı şeyleri seçiyor. Aynı kıyafet tarzları, aynı makyaj stili, aynı saç kesimi ve rengi, aynı gülüşler. Ben radikalim diye öne çıkanların dahi fotoğrafları birbirine benziyor. Trendeki abartılı ruju, devasa takma kirpikleri ile şu kadın yolcudan bile sanki binlercesini görmüş gibiyim. Benim için o da sıradan. Herkes icin sıradan.
Farklılığı ararken, basma kalıp ruhlara dönüştük. Londra’nın tek tip evlerine benziyoruz. Yüzler, konuşma tarzları ve sözüm ona tercihlerimiz hep aynı. Taklit etmemizi söyledikleri insanı birebir ve sanki bize verilen bir görevi yerine getirir gibi taklit ediyoruz.
Bu aralar trendeki yolcular ve elbette tüm dünyaya elindeki telefonla bir yaşam sürmesi gerektiği söylenmiş. Sen düşünmeyeceksin, biz sana ne yapacağını söyleyeceğiz demişler onlara. George Orwell ‘ in “1984” isimli kurgu romanını satır satır tekrar ediyoruz. Kendi tercihimizle herkesin seçtiğini seçiyoruz. Demokrasi gibi. Seçtiğimizi zannediyoruz. Enfes bir oyun bu. Bu aralar bunu oynuyoruz iste.
Neyse ben burada iniyorum. Sizin yaşadıklarınızı ve tüm bu sıradan saçmalıkları yaşamaya gidiyorum.
Kurmaca hayatlar kumpanyasında bana biçilen rolümü oynamak için yollardayım sizin gibi…
Hikayeyi sesli dinlemek için linke tıklayınız:
https://www.instagram.com/reel/C9wynktJNff/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==