
Seksen yaşının üzerinde bir anne… Altmıs yaşının üzerindeki kızı. Nasıl da birbirine benziyorlar. İkisi de kar gibi bembeyaz saçlı. Ama belli ki gençken ikisinin de altın gibi parlayan sarı saçları vardı.
Kırışıklıkları da aynı. Sanki aynı dertler aynı çizgileri yaratmış alınlarında. Sadece annenin daha bir derinleşmiş çizgileri. Yirmi yıl daha derin… İkisi de masmavi gözlü. İkisi de küpeli. Anneninki mavi taşlı kızı, 3 yapraklı yonca. Bastonu beyaz zemin üzerine çiçek desenli. Anne çok düşünceli. Hala hayatı ciddiye alan bir meraklıya, yeni bir şeyi öğrenme hevesindeki ögrenciye benziyor bakışları. Anne ve kız , ikisi de bilge bir tavırla durmaksızın konuşuyorlar. Açık oturumda söz alan akademisyen gibi ifade ediyorlar kendilerini. Annenin başında yünden bir şapka. Kızın gözü hep annesinde.
Annesi birdenbire ayağa kalktı; bastonuna tutundu ve camdan dışarı baktı. Yerin metrelerce altında giden bu trenin penceresinden ne gördü acaba?
Hiç birşey ?
…………
Akıp giden siyah bir gürültü görebilmiştir sadece. Ama o bir süre manalıca baktı, baktı. Göreceğini gördü gibi, baktığı şey onu haklı çıkarmış gibi his vardı gözlerinde. Bastonuna tutundu, zorlukla oturdu koltuğuna. Kızının yanıbaşına. Çantası mavi renkliydi, Kızının ki siyah.
Ünlü insanların kendine güvenen beden duruşuna, uzakta bir noktaya bakıp poz veren bakışlarına sahipti ikisi de… Oscar ödüllü oyuncu Helen Mirren ile bir diğer yıldız Joanna Lumley yanana oturmuş gibiydiler. Üzerlerine yıldız tozu serpilmiş gibi parlayan iki insan…
Yeraltındaki trene ışık saçıp Euston istasyonunda ağır ağır indiler ve ışığa doğru ilerlemeye başladılar…
- Sonbahar
- Unut gitsin
- Normal Değilim
- Londra Hikayeleri: Ahmet Aydın…
- Londra Hikayeleri: Fatma Güngör Yılmaz….”Zorluklar beni güçlendirdi”
- Londra Hikayeleri: Fahri Taşdemir ve çarpıcı göç öyküsü
- Bilinmeyen Armstrong
- Erikler açınca
- Ya Sen ?
- Londra’nın kahvesi