Her gün seçimler yaparız, hangi okula gideceğimiz, nerede yaşayacağımız, kiminle evleneceğimiz, hangi partiye oy verceğimiz, hangi filmi izleyip, akşam ne yemeği yiyeceğimiz vb. Çoğu zaman farkına varmadan yaparız bu seçimleri, oturup düşünmeyiz ya da düşündüğümüzü zannederiz. Çoğunlukla alışkanlıklar belirler bu seçimlerimizi, alışkanlıklarımızı da, kalıtımsal, biyolojik yatkınlıklarımızın yanı sıra çocukluktan beri içinde var olduğumuz çevremiz. Bu çevre önce anne karnı olur, sonra doğup büyüdüğümüz ev, mahalle, sokak, şehir, okul ve yaşadığımız ülkeye kadar yayılır, ya da kendimizi bunların hepsini bir şekilde içselleştirmiş yapıların içinde buluruz. Ülkenin ekonomik durumu, gelişkinliği, dinsel, sosyal, politik alanlara parallel, kültürel, eğitimsel aşamaları belirler.
Böyle bakıldığında aslında yaptığımız seçimler biz daha öyle bir seçim yapacağımızın farkında bile değilken başkaları tarafından belirlenmiştir bile. Bizlere takdir edilmiş, sunulmuş yaşamları yaşarız. Giydiğimiz ayakkabılar, içtiğimiz sigaralar, tuttuğumuz futbol takımları, izlediğimiz filmler, oy verdiğimiz partiler, bizim özgür seçimlerimizi temsil etmek yerine var olan sistemin devamlılığı içindir. İnsan kendi varlığıyla barışık, üretici bir konumda değil de var olan yapının bir dişlisi olarak yer bulur kendisine. Ve böyle yer bulduğu içinde mutsuzdur, çünkü kendi doğasına aykırı bir şekilde yaşar yaşamını, kendisi ol(a)mayarak. O yüzden kişiler depresyonda, aileler sorunlu, evlilikler aşksız, okullar eğitimsiz, trafik kapalı, şiirler bayat, romanlar ruhsuz, şehirler ormansız, ülkeler kavgalıdır ve kocaman dünya dar gelir bize.
Yine de yaşamımızın belli evrelerinde gerekli koşullarında denk gelmesiyle yukarıdaki duruma alternatif olacak “seçimler” yapma durumuna erişebiliriz. Yaşamlarımızı sahip olmak, ünlülelere benzemek, hep kazanmak, mükemmel olmak, üstün olmak, hep yenmek, en güzel kadın ya da en yakışıklı adamla evlenmek, en iyi işte çalışmak, en iyi üniversiteye gitmek, en popüler olmak, en seksi olmak vb. yerine, ya da tam tersi her şeyden kaçmak, değersiz olduğumuzu düşünmek, hiç bir şeyi hak etmediğimizi düşünmek, değerimizi bilmeyen biriyle evlenmek, iyi üniversitelere baş vurmamak, sosyalleşmekten kaçmak, test edileceğimizi düşündüğümüz durumlardan vb. kaçmak yerine kendimizi ve genel anlamda insanın doğal yapısını anlayıp, bulunduğumuz tarihsel zamanın koşullarını zorlayacak (doğallıkla ileriye çekecek) üretken bir yaşam yaşayabiliriz.
Yaşamı sadece tüketilecek bir zaman durumdan çıkardığımızda, hep koşmaktansa durmayı başarabiliriz, o anda zaman hızla ilerleyen bir olgu olmaktan çıkıp istediğimiz zaman hızlandırdığımız, istediğimiz zaman yavaşlatabildiğimiz ve bu sayade kendi seçimlerimizi yaptığımız bir duruma dönüşür. Kendisi olan bir insan bu dünyaya kök salar ve günü gelir zamanı gelip ayrılsa bile o kökler büyümeye devam eder, ve bunun bilincinde olduğu için de (zamanı, yeri, süresi fark etmez) yaşamı sunduğu bütün tatlarıyla (acı da dahil) tadına vararak yaşamayı bilir.
- Kendi Romanımızın Baş ‘Kahramanı’ Olmak
- Romanımızın baş ‘Kahramanı’ olmak
- Özgür Birey Özgür Toplum
- Vicdan, Politika ve Empati
- Kendine Zarar Verme
- Konuşarak Sorunlarımı Çözebilir miyim?
- Psikolojik terapilerden neden korkuyoruz?
- Mahallenizdeki Terapist – IAPT
- Yanlış kişiyle evlenmek
- Facebook Paylaşım Savaşları!