
Barış içinde yaşamak, barışı yaşamak. Çoğumuz için kendimizle barışık olmak bilinmedik bir deneyim. Çünkü çoğumuz barışı hep dışarıda ararız ya da dışarıdan gelen etkenlerin, var olanların bize barışı, huzuru getirmesini bekleriz. Bunun yanında barışın, iç huzurun çok büyük çabalarla, ‘kavgalarla’ ancak ulaşılabilineceğine inananlar da pek az değildir. Ama belki de barış, huzur tüm doğallığıyla kendi içimizdedir, yaşadığımız onca stresin, sıkıntının ardında saklanmış, sadece keşfedilmeyi bekliyordur ve ona ulaşmak o kadar da büyük çabaları gerektirmeyebilir.
1 4’cü yüz yılda Michelangelo’nun öyle güzel, estetik heykelleri, taşlardan, mermerlerden nasıl yaptığı sorusuna verdiği cevap belki yukarıda belirttiğimiz önermeyi daha iyi anlamamızı sağlayabilir. Michelangelo aslında heykelin mermerin içinde zaten var olduğunu, kendisinin ise sadece fazlalıkları attığını söylemiştir.
Belki bizlerin iç huzuru da Michelangelo’nun heykelleri gibidir, zaten içimizdedir, ona, üzerini kat kat örten kaygıları, stresi, sıkıntıları teker teker üzerimizden attıkça ulaşırız. Yaşadığımız sıkıntı ve kaygılarla iç huzurumuzun, barışımızın üzerini bir kat örtüyle daha örteriz. Böylece yaşadığımız sıkıntılarımız, negatif düşünceler iç huzurumuzu ortadan kaldırmaz ama negatifliklere ve kaygılara konsantre olmak barışın içimizde olduğunu bizlere unutturur.
Doğal varlığımız, yaşanılan onca korkulardan, olumsuzlukların ardından bize sanki kötü, eksikmiş gibi gelir (Ben yeterli biri değilim – Ne yaparsam yapayım işe yaramaz çünkü ben mutlu olmayı beceremiyotum vb.). Aslında “kötü” olanın kendimiz değil yıllardır yaşadığımız olumsuzluklar ve onlarla yanlış baş etme yöntemlerimiz olduğunu unuturuz, farkına varmayız.
Belki de iç huzura erişmek için ilk adımı olarak, işe herşeyi kontrol etme alışkanlığımızı bırakmakla başlayabiliriz. Hayatımızda neler olup olmayacağını kontrol etme istememiz normaldir. Fakat, ne kadar çabalarsak çabalayalım gerçekte, yaşam, kontrol edemeyeceğimiz onlarca, yüzlerce, binlerce şeylerle doludur. Bu gerçekliğe rağmen herşeyi kontrol etme alışkanlığımızı bırakmak istemeyiz, ve doğal olarak herşeyi kontrol etmek imkansız olduğu için yaşadığımız endişe, korkular arttıkça artar. Korkularımız arttıkça kendimizi daha da kısıtlarız. Kısıtladığımız dar alan içerisinde kontrolü ele alıp kendimizle barış içinde olmayı hedefleriz. Ama kısıtlanan yaşam barışı değil, öfkeyi, mutsuzluğu, huzursuzluğu koşullar. O yüzden her ne zaman ki herşeyi kontrol etme alışkanlığımızı bırakma kabiliyetine erişirsek ya da o yola girersek, o zaman yaşadığımız endişeler ve korkular azalmaya başlar.
Kontrolü bırakma düşüncesi çoğumuz için ürkütücüdür, çünkü kontrolü bırakmak demek ilk başlarda daha fazla korkunun yaşanmasını göze almaktır. Ama şunu bilmeliyiz ki herşeyi kontrol etme alışkanlığımızı bırakmaya başladığımızda kendimize yeni bir şans vermiş olacağız. Kontrolü bırakmayı öğrenen bireyler uzun erimde, “dünyanın sonunun gelmeyeceğini” ve güvende olduklarını görecek, rahatlayacak ve bu rahatlıkla yaşamla ilgili beklentilerini daha dengeli bir hale getirebileceklerdir. Bu denge de akabinde yaşanılan endişeleri azaltıp, iç huzuru arttıracaktır.
- Kendi Romanımızın Baş ‘Kahramanı’ Olmak
- Romanımızın baş ‘Kahramanı’ olmak
- Özgür Birey Özgür Toplum
- Vicdan, Politika ve Empati
- Kendine Zarar Verme
- Konuşarak Sorunlarımı Çözebilir miyim?
- Psikolojik terapilerden neden korkuyoruz?
- Mahallenizdeki Terapist – IAPT
- Yanlış kişiyle evlenmek
- Facebook Paylaşım Savaşları!