
Aslında bu hafta köşe yazımın konusu farklı olacaktı. Sosyal medyada gezinirken bir baktım gelecek hafta Cumartesi “Sevgililer Günü.”
“Eyvah!!! Böyle önemli bir güne “Kadınca” sayfamda yer vermezsem olmaz ” dedim kendi kendime.
Sonra yazsam mı yazmasam mı? diye kararsız kaldım. Doğal olarak aşk meşk, çiçek kokan, romantik, yaratıcı planlar içeren, deyim yerindeyse sabun köpüğü bir yazı beklentiniz olabilir. Ama birçok kavram gibi, benim Sevgililer Günü’ne bakışım da kendi kalbime yaptığım yolculuk boyunca biraz değişti. Acaba bunu nasıl anlatsam, nereden başlasam diye düşünmeye başladım.
Sonra neyse ki siz okuyucularıma her zaman hatırlattığım bir şey geldi aklıma. Burada okuyacaklarınızın “Neslihan’ın Bakış Açısı” olduğunu zaten ilk yazılarımda belirtmiştim.
Sevgililer Günü’ne iki ülkeden, iki farklı bakış açısından bakmaya çalışacağım. Öncelikle Sevgililer Günü’nün günümüzdeki anlamına kısacık bir bakalım;
“Günümüzde Sevgililer Günü 14 Şubat, 1800’li yıllarda Amerikalı Esther Howland’ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak olayın ticari yönü çok fazla önem kazanmış, sevgililer günü tüm dünyada ticaretin canlandığı bir dönem haline gelmiştir.” ( Wikipedia)
Londra’ya bakarsak özel günler ve bayram dönemlerinde olduğu gibi Şubat ayı ekonominin daha çok canlandığı bir zaman dilimi. Yer gök parfümler, oyuncaklar, çikolatalar, süsler, çiçekler, kısacası kırmızı ve pembe renklerin, kalp figürlerinin hakim olduğu bir arenaya dönüşüyor. Aynı şey İstanbul’da da geçerli tabi ki. Hatta sanırım alışveriş merkezi konusunda Londra’dan daha gelişmiş olan İstanbul’da sevgililer günü süslemeleri Londra’yı geçmiş durumda olabilir. Çünkü bilen bilir Londra devasa alışveriş merkezi sayısında daha zayıftır.
Londra’da evet tabi ki sevgililer günü popüler. Benim meşhur manevi İngiliz aile dahil belli bir yaş ve kesim için genellikle karşılıklı cicili bicili, esprili, birbirlerine aşklarını ifade eden kartlar vermek, çikolata, ihtiyacına uygun hediye, çiçek veya baş başa dışarıda yenen bir akşam yemeği, günü birlik tatiller, sevgililer günü hediye temaları. Ama hepimiz biliyoruz ki bunlar İngilizler için rutin şeyler. Genellikle çoğu zaten dışarıda yemek yiyen, birlikte yürüyüşlere filan giden sosyal insanlar. Ama dikkat ettim sevgililer gününde maddi durumları çok iyi olsa bile öyle çok pahalı hediyeler, mücevherler, kürkler, pırlantalar havalarda uçuşmuyor. İstanbul’da ise özellikle son yıllarda kadınların hediye ve özel program beklentilerinin gittikçe arttığını fark ediyorum. Sevgilisi veya karısı olan erkeklerin çoğu için sevgililer gününde bir sürpriz veya plan yapmak sanki görev gibi olmuş. Özellikle belli bir yaş ve kesim için konuşuyorum. Neredeyse erkek özel bir program yapmaz ise vay haline gibi bir durum söz konusu.
Bugüne bakınca artık özellikle kapitalist sistemin, dolayısıyla medyanın dünyada bu işi abarttığını naçizane düşünüyorum. Geçen senelerde TV’de şöyle bir reklam görmüştüm ve şok olmuştum. Tam hatırlamıyorum ama “Kocanız sevgililer gününde size tek taş yüzük almaz ise demek ki sizi sevmiyor!!! Çünkü sevilen her kadının tek taş pırlantası olmalıdır.“ gibi bir ana fikri vardı. Pırlanta yüzük olmayınca SEVGİ yok mu oluyor yani?
Sakın bu yazdıklarımdan özel günlere ve hediyelere karşı olduğum anlaşılmasın. Tabi ki sevmek, sevilmek, hediyeler almak biz kadınlar için çok güzel şeyler. Hatta kadınların doğası gereği sevildiğini bilmek, güzel sözler duymak ve görmek çok daha önemli. Fakat bu noktada her erkeği aynı kategoride değerlendirmek yanlış olur diye düşünüyorum.
Diyelim bizi seven, değer veren, güven veren, çalışkan, sadık bir eşimiz var. Ama adam romantik filmlerdeki erkekler gibi davranamıyor. Sevgililer günü gibi özel günlerde program yapmayı beceremiyor ya da bütçesi kısıtlı.
Zaten ahhh şu romantik filmler!!! İngiliz, Türk fark etmiyor. Birçok kadının romantik filmlerdeki gibi kahraman, yakışıklı erkekler hayal ettiği bir gerçek. Bu arada televizyon, film, dizi seyretmek konusunda fikirlerimi artık sağır sultan bile duydu sanırım. Ama aslında romantik aşk filmlerinin çoğu da hiç masum değiller. Emin olun ki o filmdeki kahraman erkek karakterlerin çoğu gerçek hayatta yok ve o karakteri oynayan oyuncuların çoğunun gerçek hayatlarına hiç değinmeyelim bile.
İşte bu yüzden biraz gerçekçi olup güzel paketlenmiş ama içi boş ilişkiler ve karakterler yerine, belki sıradan gördüğümüz ama aslında bizi gerçekten sevecek, güveneceğimiz, sadık, çalışkan o gerçek olan erkeğin değerini bilsek. Sadece bir gün değil her gün birbirimize sevgi, saygı göstersek ve özel günlerde abartılı beklentiler içinde olmasak sanki daha mutlu olmaz mıyız?
En önemlisini ise en sona sakladım. Bu sevgililer gününde hediye olarak kendinizi gerçekten sevin ve halini hatırını sorun. Mutlu aşklar önce kendini sevmekle başlar.
- Kendiniz Olma Alışkanlığı…
- Hayata Dair…
- Zihin, Duygu ve Beden Bağlantısı…
- 25. Kare Tekniği ve Subliminal Mesaj Nedir?
- Hayata Dair…
- Kadının Bilgeliği…
- Para Koçluğu Nedir?
- Geçmişim, İzin Ver De Gelişeyim…
- Yürek Isıtan Görüntüler Lazım…
- Motive Eden Film Önerilerim…