Geçtiğimiz günlerde Whitechapel Gallery’de bulunan Fransız-Cezayirli sanatçı Zineb Sedira’nın ‘Düşlerin Başlığı Yoktur’ isimli sergisini görme imkânım oldu. Sergisinin Birleşik Krallık’taki ilk gösterimi Whitechapel Gallery’de izleyicisi ile buluştu. Sanatseverler ve eleştirmenler tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan bu sergi 12 Mayıs’a kadar ziyarete açık olacak. Sergi farklı disiplinlerden oluşan üretimler ile izleyiciye farklı bir deneyim sunmakta. Cezayir,Fransız sanatçı Düşlerin Başlığı Yoktur ismi altında izleyiciyi düşündürmekle kalmıyor içsel yolculuklara çıkartıyor ve bu yolculuklarda izleyiciye eşlik ediyor adeta. ‘‘Düşlerin Başlığı Yoktur, sanatçının yazar, karakter rolü ve ziyaretçinin izleyici ve katılımcı olarak konumu üzerine değerlendirmelere davet ediyor.’’
‘‘Sabah uzun, öğle daha uzun, akşam kısa, gece nihayetsizdir. Çocukluk kısa, gençlik daha kısa, yetişkinlik uzun, ihtiyarlık bir akşam saatidir.’’ Şule Gürbüz’ün Öyle Miymiş isimli kitabında geçen bu cümle düştü aklıma sergiyi ziyaret ettiğim zamanda. 1963 doğumlu sanatçı Zineb Sedira bu sergisinde yaşamsal özgürlükleri için mücadele eden toplumları, umudu ve bu umudun ortak dilini izleyici ile paylaşırken beni büyümek ve yetişkin olmak üzerine düşündürdü. Sergiyi gezerken izleyici olarak sanatçının kendisi, hikayedeki yazar, filmdeki karakter oluyoruz adeta. Ve tüm hikâyeyi, hikâye karşısında değiştirdiğimiz konumlar üzerinden değerlendiriyoruz. Bu sebeple oldukça ilgi çekici bir sergi olduğunu söylemekten çekinmiyorum.
Serginin sahibi sanatçı, Zineb Sedira (d.1963) Paris’te Cezayirli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Fotoğraf, film, enstalasyon ve performans araçları arasında çalışan Sedira, en çok coğrafyanın insan üzerindeki etkilerini keşfetmesiyle tanınıyor.
Düşlerin Başlığı Yoktur, 1960’lı ve 70’li yıllarda, özellikle de Fransa, İtalya ve Cezayir’de, kültürel, entelektüel ve avangard film yapımcılığının tarihindeki önemli bir anı ele alıyor. Bu verimli dönem, film yapımını özgürlük mücadeleleriyle dayanışmayı ifade etme ve toplumsal değişimi teşvik etme aracı olarak sürdürmek açısından özellikle önemliydi. Sanatçının kendi tarihlerini anlatmasında araç olan bu film, Fransa’nın, Cezayir’in; sömürgecilikten kurtulması, yerinden edilmesi aynı zamanda dayanışmanın, özgürlüğün ve umudun bir anlatısı olarak izleyici karşısına çıkıyor.
Ziyaretçinin sergide ilk karşılaştığı mekân bir balo salonu oluyor; Ettore Scola’nın çok sevilen filmi Le Bal’dan (1983) bir setin kurulduğunu görüyoruz. Bu set alanı ziyaretçiyi interaktif bir deneyim imkânı sunuyor. Sergideki bir diğer bölüm, Sedira’nın Londra Brixton’daki oturma odasının birebir kopyasını sunuyor. Kitaplar, film posterleri ve sergide adı geçen filmlerden objeler duvar ve raflarda sıralanıyor. ‘Ziyaretçiler kanepesine yerleşerek kitap okuyabilir, düşünebilir, sohbet edebilir veya bir tartışmaya katılan iki kadının videosunu oynatan TV’yi izleyebilir:’
‘‘Hayallerin Başlığı Yoktur tarihin karmaşık katmanlarına ve onun tek ve sabit bir yorumunu sunmanın imkansızlığına güçlü bir şekilde dikkat çekiyor. Performans, müzik, dans, enstalasyon ve filmin kesişimiyle sanatçı, kolektif ortak deneyimlerin önemini ve neşesini ön plana çıkarırken aynı zamanda birçok insan için yerine getirilmemiş bir vaat olarak kalan özgürleştirici düşlerin başarısızlığı konusunda da bir uyarıda bulunuyor.’’ (WhitechapelGallery)
Düşlerin Başlığı Yoktur isimli sergiyi 12 Mayıs’a kadar WhiteChapel Gallery’de ziyaret edebilirsiniz. Bir sonraki sanat köşemizde görüşmek üzere, sevgiyle.
Berna Uytun Önk
- Öz şefkatin derinliklerine yolculuk
- İlişkilerin mihenk taşı: Sadakat
- Uzun İnce Bir Yoldayım
- Haziran
- Kilometrelerce uzakta bir kalbin yalnızlığı: gurbet mektupları
- Etkinliklere Dolu Mayıs Ayı
- Türk Toplumu Sanat Sergisi’ne ve Savaş Portreleri’ne bakış
- 8 MART Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kadın Müzesi ve AWAN Üzerine
- Burası Gri Bir Dünya ve Toprağın Yankıları Üzerine