
Erik ağaçlarının bembeyaz duvağına, her yıl hiç beklemediğimiz anlarda rast gelirdik. Her birisi en kocamanından bir demet beyaz çiçek olurdu. Koklarız umuduyla yaklaşıp dokunurduk. Baharla taçlandırılmış erik ağacı… Sen nelere kadirsin.
Açan erikler görünce kocaman yaşımıza aldırmadan, bayrama sevinen çocuklar gibi sevinirdik. Her tomurcuğunun içinde, beş minik yaprağın tam ortasında gizlenmiş sarı laleler bulurduk. Altın bulmuş gibi birbirimize gösterirdik. Nisan gelince erikler açar, erikler açarsa bahar olurdu. Bahar geldi mi her şeye renk gelirdi. Sarı sarı, mor mor tomurcuklar çıkınca meydanlara, maviler de hücum ederdi gözlerimize.
Onun mevsimiydi ilkbaharlar. Boydan boya umuda bulanırdık. Maviye… Umudun rengine.. Bahar gelince aklımıza alacalı fikirler gelirdi. Halid Ziya’ nın eserini sondan başa doğru okurduk. Siyah ve Mai yapardık adını. Sonu mavi biterdi bu renkli romanın. Şaşaası yerinde bir işe, latif bir eşe ulaşırdık. Matemi neşeye çevirirdi ilkbaharlar. Her bir yandan güneşle yıkanmış pırıl pırıl maviler ürerdi.
Ekim’den bu yana ümidin rengine dokunmayı bekler, Nisan’da erişirdik bu mutluluğa. Ucu bucağı, sınırı olmayan özgür maviler, dalga dalga kıyılarımıza vururdu. Önümüze mutlu papatyalar serilirdi. Ayağımıza gelirdi tüm umutlar. Mart’ın sonu gelseydi bir kerecik, Nisan yağmurlarıyla katre katre çiçekler açardı yaşadığımız yerlerde.
Ah şu Nisan yaprağı çıkıverseydi takvimde; asil laleler, şen gelincikler ve şanslı yoncalarla donatırdık umutlarımızı. Renkli ümitlerin peşinde, sürükler götürürdük hayatı. Nisan gelseydi şayet…
Hikayeyi sesli dinlemek için linke tıklayınız:
https://www.instagram.com/reel/C5ELABYpijT/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==