
Tek isteği buydu. Evvel zamana, geriye gidecek ama bugüne geri dönmeyecekti. Geriye, daha geriye, sonra biraz beriye, sonra en geriye gidip zamanlar arası yolculuklar yapacak ama bugüne bir daha dönmeyecekti.
Geçmişe gidebilse, belki kaybettiği insanlığını bulacak ve gerçek insanın büyüsüne kapılıp en derin nefesiyle evvel zamanı içine çekecekti.
Çok şey değildi istediği. Sadece tozlu, sesi kırık, kırk beşlik bir plak dinleyecekti… 60` lardan. Ayten Alpman dan ya da Sinatra dan. Onlar döndükçe kararmış bahtı da dönecekti. En imkânsız duyguları avucunun içine alacaktı. Avuç içi kadar mutluluk yetecekti ona.
Ölümsüz aşkı Annabel Lee si için şiir yazan bir kaleme, Allan Poe`ye uğrayacak ve kendini heder edip aşkının peşine düşecekti. En gerçeğinden bir sevgi denizinde kulaç kulaç yaklaşacaktı ona. Aşkı için çıktığı bu dalgalı mavi yolculuktan hiç dönmeyecekti.
Durmadan geriye saran zaman makinesiyle şimdiki zamanda bulamadığı neyse onu geçmişte de arayacak ve eminim bulamayacak ama şimdiki zamandan uzak duracaktı.
Sahtelikleri ve kötülükleri fark edemeyeceği, ögrenemeyeceği ötedeki bir çağda yaşayacaktı. Siyah beyaz eski bir filmde oynayacaktı rolünü. Elinde kitabi, yanında dostları; eğer makinesi götürürse onu şayet savaşsız ve felaketiz esaret yasatmayan bir zamana gidecekti. Hiç kimseden hiçbir şeyden haber alamayacağı cağlara gidip kendi küçük dünyasında hüküm suren kocaman bir insan olacaktı.
Jules Verne in hayallerini sırtlayıp,
George Wells` in yaptığı zaman makinesine atlayıp,
Münir Özkul’un gülüşünü yüzünü kondurup,
Buradan uzaklaşacaktı…
Hikayeyi sesli dinlemek için linke tıklayınız:
https://www.instagram.com/reel/C3kLM_QJxWi/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==