
İnsanoğlu bir garip…
Hepsi başka telden çalıyor. Sizin zerre aklınıza gelmeyenler için boynunu bükenler oluyor. Bazen tavşan dağa küsüyor da dağın aylarca, yıllarca haberi olmuyor. Evvelce sudan sebeplerine ve incinmişliğine anlam veremeyenler, yıllar sonra bir bakıyorsun aynı sebepler için bir bardak suda fırtınalar koparıyor. Kadın ayrı, erkek ayrı kırılıyor. Çık çıkabilirsen işin içinden. Baba ayrı, oğul ayrı şeylere güceniyor. Oğul baba, kız anne olunca, eskiden günlerce yelkenleri suya indirdiği olaylara kahkahaları basıyor. Cim karnında noktayken sizi uykusuz bırakanlar, sizi akıllandıran yılların ardından manasını yitiriyor.
Peki ama neden kırılıyoruz? Niçin hepimiz az ya da çok, pazartesi ya da perşembeleri, yılbaşında ya da bayramda, eşimize ya da dostumuza kırılırız? Kırılganlıklar, kıranlar ve kırılanlar günden güne, kişiden kişiye, kadından erkeğine neden değişir? O boyunlar ters lale gibi neden bükülür, yüzler niçin solar, göz yaşları neden akar?
Çünkü sizi kıran, kırıldığınız zaman ve kırılma mekânınız çok değerlidir; onlara yüklediğiniz anlam bambaşkadır. Çünkü kırıldığınız şey sizin mühiminizdir. Sizi kıranlar peşinden koştuklarınız, kırmamak için kendinizi siper ettikleriniz, önemsediklerinizdir. Kırılma varsa eğer; kıran ve kırılan arasında bağ vardır. Bağın güçlü oluşu kırılmanın şiddetini artırır. Anlam yüklediğiniz, kıymet verdiğiniz, üstüne titrediğiniz ne varsa onunla aranızda ağ kurarsınız. Bağlanırsınız. Doğduğunuz an ailenize, okul zili çalınca öğretmeninize, o gönlünüzü çalınca sevgilinize, büyüyüp serpilince güzelliğinize, kanınız deli akarken kuvvetinize, karşı eve taşınınca komşunuza bağlanırsınız. Kimliğiniz olacak mesleğinize, beraberce zora göğüs gerdiğiniz iş arkadaşınıza, çok hırslıysanız kariyeriniz için bir üst makama göbekten bağlanırsınız. Son iş günü diye cuma günlerine, ilk iş günü olduğundan pazartesilere, sevdiklerinizin yüzünü görmek için bayram sabahlarınıza methiyeler düzer, ağıtlar yakarsınız. Her beklentinizde kalbinizden fırlatılmış ağların sayısını artırırsınız. Zihninizde kurguladığınız her detayla, içtenlikle ördüğünüz bağlarınız size doğru el atıp, sımsıkı tutunur. Düşlediğiniz umutlara, ateşinizle ısıttığınız hayallerinize kenetlersiniz kendinizi.
Çokça kırıldıklarınızın, hakkında çok şey bildikleriniz olduğunun farkında değil misiniz?
Bilmeseniz her şeyi, öğrenmeseniz mesela.
Geçmişlerine gitmeseniz, sorgulamasanız; tanımasanız insanları derinlemesine. Enine boyuna dalmasanız öyle her şeye. Yüzeysel olsa sorularınız, ceviz kabuğunu doldurmasa sohbetleriniz. Öğrenerek kurulan bağların, ilişkilerin sayısı arttıkça, koparılma ihtimali de yüksek olur haliyle. Bazen fişi çekseniz; alıcılarınızı kapatıp zihninizi boşaltsanız. Uzaklaşsanız insanlardan ve insanca olan her şeyden. Yazmasanız her şeyi deftere, unutsanız, unutkan olsanız biraz.
Olur mu ki sizce?
Hikayeyi sesli dinlemek için linke tıklayınız:
https://www.instagram.com/reel/C32-ROIpTsI/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==
- Normal Değilim
- Londra Hikayeleri: Ahmet Aydın…
- Londra Hikayeleri: Fatma Güngör Yılmaz….”Zorluklar beni güçlendirdi”
- Londra Hikayeleri: Fahri Taşdemir ve çarpıcı göç öyküsü
- Bilinmeyen Armstrong
- Erikler açınca
- Ya Sen ?
- Londra’nın kahvesi
- Makinelere Bağlı İnsanlık
- Saygı