Yaşam sürecinde yaşam ve evren hakkında ki birçok problemi, gizemleri ve bunlar hakkında yapılan açıklamaları inceleme fırsatımız oluyor. Kimimiz bunları kabul ediyor kimimiz ise varolan açıklamaların, analizlerin yeterliliği konusunda şüphe etmeye devam ediyor. Binlerce yıldır felsefeciler, bilim adamları, psikologlar çeşitli sorunlar üzerinde çalışıp cevaplar ürettiler ve şurası bir gerçek ki çok büyük ilerlemeler kaydedildi. En azından artık etrafımızda Aristo’nun düştüğü yanlışa düşüpte kalbimizle düşündüğümüzü iddia eden bir kimseye rastlamıyoruz. Ya da Franz Josef Gall gibi kafatasımızın yapısına, eğriliklerine veya düzlüklerine bakarak kişilik yapımız hakkında bilgiler veren doktorlar piyasada yok.
İnsanlık bu seviyeye çok uzun ve de acılar dolu bir yolculuktan geçerek ulaştı. Bugün atalarımızın kafasını karıştıran, akıl sır erdiremedikleri bir çok gizem bizlerin kafalarını karıştırmıyor, bazıları çözülmüş, çözülmeyenler hakkında da en azından nasıl düşünebileceğimizi biliyoruz. Fakat özellikle çözülememiş bir sır insanların beyinlerini meşgul etmeye devam ediyor o da Bilinç. İnsanları bütün diger canlılardan ayıran özellik (bildiğimiz kadarı ile) varolduğumuzun farkında olmak ve bunun üzerinde düşünebilmek. Nedir bu bilinç, madde mi yoksa ruh mu? Çoğumuz özellikle dinsel olarak açıklanan bu problem üzerine hiç kafa yormayıp yaşamımızı geçirebiliyoruz. Fakat bu konu şimdilerde filozoflar, psikologlar ve yapay zeka (Artificial İntelligence) uzmanları arasında çok büyük tartışmalara sahne oluyor. Kısaca özetlenecek olunursa bilinçin ne olduğu ve nereden geldiği noktasında iki belirli ayrı kamp oluşmuş durumda bunlar düalistler yani ruh ve bedenin iki ayrı şey olduğuna inananlar ve de materyalistler ruh ve bedenin sedece madde olduğuna ve de maddeden kaynaklandığına inananlar.
Düalizm özellile Fransız düşünür Rene Descartes’in kuramsallaştırdığı bir sistem. Descartes ve takipçilerine göre ruhun madde olması imkansız çünkü insan kendi bedeninden bile şüphe edebilir ama şüphe ettiğinden yani düşünebildiğinden asla şüphe edemez. Onlara göre madde ve ruh iki ayrı dünyanın nesneleri ve de ruh yaşamına beden öldükten sonra da devam edebilir. Fakat, düalistler Descartes’ten bu yana varolan bir problemi çözemediler o da eğer ruh ve madde yani beden tamamen ayrı nesnelerse nasıl oluyorda bu nesneler birbirlerini etkilebilyor. Descartes bu problemi beyinde Pineal Gland adı verilen bölümün yerine getirdiğini iddia ediyor ama bu çözüm yine de çok yetersiz çünkü sorulan soruya cevap vermiyor. Sonuçta pineal gland’ta bedenin bir parçası yani madde, nasıl oluyorda bu madde kendisinden tamamen farklı olan bir nesne ile ilişki içerisinde olabiliyor.
Diğer taraftan materyalistler düşüncenin sadece ve sadece beyinin bir ürünü olduğunu iddia ederek ruh denen bir olgunun varlığının imkansızlığını işaret ediyorlar. Beyin üzerinde yapılan bilimsel çalışmalarda onların bu tezlerini destekleyecek bir durumda. Çeşitli kazalar sonucu bazı beyin bölgeleri zarara uğrayan bireyler o beyin bölgelerinin yüklendiği düşünsel fonksiyonları da yitiriyorlar. Buna rağmen materyalistler düşüncenin özelliklede bireylerin yaşadığı kendilerine özel duyguların ya da deneyimlerin, örneğin kahve içerken bir insanın hissettiği hazzı tamamen fiziksel bulgulara dayandırarak açıklayamıyorlar. Nasıl oluyorda çocuklarımıza duyduğumuz sevgi ya da müzik dinlerken içimizi coşturan duygular sadece fiziksel olarak bir et parçasının, damarların, kan ve nöronların aktiviteleri sonucu olabiliyor. Bu konuda dualist cepheden David Chalmers’ın materyalist cepheden ise Daniel Dennett’ in kitaplarını okumak bu konuda daha çok bilgilenmimizi sağlayacaktır
- Kendi Romanımızın Baş ‘Kahramanı’ Olmak
- Romanımızın baş ‘Kahramanı’ olmak
- Özgür Birey Özgür Toplum
- Vicdan, Politika ve Empati
- Kendine Zarar Verme
- Konuşarak Sorunlarımı Çözebilir miyim?
- Psikolojik terapilerden neden korkuyoruz?
- Mahallenizdeki Terapist – IAPT
- Yanlış kişiyle evlenmek
- Facebook Paylaşım Savaşları!