
O, kesinlikle Londra`da değildi. Başka bir yerde, bambaşka bir dünyayı yaşıyordu. İçeride kocaman, sıcacık bir salon dururken dışarıdaki daracık balkonu yeğlerdi. Derdi yalnız kalmak olan birisi için oturulan yerin rahatlığı ve oradan keyif almak kesinlikle gereksiz bir lükstü sadece. Bunu artık anlayabiliyordum. Daimi müşterimizdi ama bir turlu değiştiremediğim, benim bile sevmediğim eğri büğrü sandalyelere tek laf etmemişti.. Hangisi denk gelirse ona otururdu.
Rüzgârın süpürdüğü yağmuru yer, soğuğa katlanır ama içeride oturmazdı. Hayatı boyunca sigara içmemişti, öte yandan dört tarafını saran, dışarının havasını bastıran sigara dumanından da rahatsız olmazdı. Her şeyi bir tuhaftı işte. Ne küpe takar, ne saç uzatır ne de markalı bir saat kullanırdı. Ne renkli pantolonlar giyer, ne narsisist kahkahalarla ben buradayım der ne de sıra dışı şapkalar takardı. Herhangi birisi gibi görünen bu sıradan adamın üzerinde abartısız kıyafetler olur ama yine de dikkat çeker, merak uyandırırdı.
Merak edilirdi çünkü yabani dururdu. Neredeyse hiç konuşmaz ve kendinden söz etmezdi. İçini döktüğü sayılı anlar dışında cazibesi olmayan, boyası gitmiş kapalı bir kutu gibi görünmeye çalışırdı herkese. İçindeki adamı ne kadar örterse bir o kadar daha belirginleşirdi. Hassas ruh hali bedeninden apaçık anlaşılırdı.
Hiç traşlı görmediğim kaba sakal yüzü, anlamlı bakan koca koca gözleri o konuşmasa da dile gelirdi. Kırlaşmış saçları ve gün boyu giydiği inşaat baretinin saçında bıraktığı iz, yaşadığı dünyasını tel tel ele verirdi.
Ya Senin Göç Hikayen Nasıl?
Hikayeyi sesli dinlemek için linke tıklayınız:
https://www.instagram.com/reel/DCj5bxLpYcd/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==