
Bazen düşünüyorum da…
Eskiden insanlar sabah kahvesini içerken gazeteleri karıştırır, dünyayı o sayfalarla öğrenirdi. Şimdi kahveyi bile yudumlamadan, parmağımızla ekranı kaydırıyoruz. Bir cümle, bir fotoğraf, bir video…
Ve bir anda hüküm veriyoruz.
Savcı, hâkim, juri, infaz memuru — hepsi biziz artık.
Adına “sosyal medya mahkemesi” diyorum ben buna.
Londra’nın soğuk ama düzenli sokaklarında yürürken bile bunu hissediyorum. İnsanların yüzleri ciddi, ama ekranlarındaki ifadeler ateş gibi. Burada bile kimse kimseye bağırmıyor ama internetin içinde kıyamet kopuyor.
Birini tanımak için artık selamlaşmamıza gerek yok. Onun “story”sine bakıyoruz, “tweet”ini okuyoruz, “post”unun altına yorum yapıyoruz.
Ve sonra, kendi küçük mahkememizi kuruyoruz:
“Bu kadın neden böyle giyinmiş?”
“Bu adam niye ağlıyor?”
“Şu videoyu paylaşmasa daha iyiydi…”
Ben de zaman zaman o mahkemenin kapısından içeri giriyorum — hem sanık olarak, hem gözlemci.
Bir gün yayınladığım bir video altına gelen yorumda, beni hiç tanımayan biri “rol yapıyor” yazmıştı. Oysa o gün, gerçekten içim yanmıştı.
İşte o an anladım: dijital dünyanın terazisi yok.
Orada duygular ölçülmüyor, sadece izleniyor.
Oysa ekranın ardında yaşayan bir “insan” var.
Gözyaşının sebebi, kahkahasının hikayesi, paylaşımının arka planı var.
Ama sosyal medya mahkemesinde savunma hakkı yok.
Ne zaman bir “trend” olsan, artık söz senin değil, kitlelerin oluyor.
Ve o kalabalıklar seni alkışlayabildiği kadar kolay linç de edebiliyor.
Londra’nın yağmuru gibi — bir anda başlıyor, durduramıyorsun.
Bazen sokakta yürürken insanların yüzlerine bakıyorum; ellerinde telefonlar, başları eğik. Belki az önce birini yargıladılar, belki az sonra beni…
Ama kimsenin göz göze baktığı yok artık.
Gerçek temas, “like”lara, “emoji”lere sıkıştı.
Yani kısacası
“Artık en büyük mahkeme, telefon ekranlarımızda kuruluyor…”
Hakim yok… Savcı yok… Ama milyonlarca jüri var.Bir fotoğraf, bir video, yarım bir cümle…Gerçeği bilmeden, arkasını görmeden insanlar linç ediliyor.
Dün kahraman ilan edilen, bugün suçlu damgası yiyor.
Bu mahkemede savunma hakkı yok. Delil yok… Sadece yorumlar var. Ve en ağır cezayı “paylaş” butonu kesiyor.
“Unutma… Bugün başkasını yargılayan parmaklar, yarın seni hedef alabilir.
Ve bu mahkemenin ne istinafı var, ne de temyizi…”
Ben bu yazıyı yazarken penceremin önünde Turna uyuyor.
Ona bakarken düşünüyorum:
O büyüdüğünde sosyal medya nasıl bir yer olacak?
İnsanlar hâlâ birbirini böyle yargılayacak mı?
Yoksa biraz daha vicdanlı bir dijital dünya mı göreceğiz?
Belki de her şey bizimle başlıyor…
Bir paylaşımın altına yazmadan önce, birini eleştirmeden evvel, kendimize sormalıyız:
“Ben gerçekten biliyor muyum?”
“Yoksa sadece gördüğümü mü sanıyorum?”
Sosyal medya mahkemesinin en adil yargıcı, kendi vicdanımızdır.
Ve ben artık o mahkemede değil, kalbimde karar veriyorum.
Berna Uytun Onk
- Sosyal Medyanın Parıltılı Yalanı
- İnsanın Aynası, Çıkarın Gölgesi
- Yazarken kendini bulanlar kulübü
- Gurbet içimizde büyür
- Bir gün değil bir ömürlük devrim
- İçsel arınma ve zihinsel özgürlük
- Turnam ile yeniden kanatlanmak
- Zihnini sakinleştir ve hayatını dengele
- Adaletin iki yüzü
- Öz şefkatin derinliklerine yolculuk