
Geçen haftaki “Dışarıda Mucize Arama, Mucize Sensin!” köşe yazıma bu hafta kaldığım yerden devam ediyorum. Yazımın konusu farklı bir yere odaklanacağı için bu bölümde başlığı değistirmeyi daha uygun gördüm.
Sınıftaki mini etekli, gördüğüm en yüksek topuklu ayakkabıları giyen katılımcı hanım, danışmanın o sırada anlattığı ile alakasız olmasına rağmen:
“Biz bu workshop’a katılanlar çok şanslıyız. Maddi durumumuz iyi, güzeliz, sağlıklıyız. Ama dünyada mesela sakat insanlar var. Ne zor hayatlar, degil mi?” gibi bir şey dedi.
On sekiz yaşında olsa hadi aklı bir karış havada derdim ama bunu söyleyen genç kadın otuzlu yaşlara yakın gibi duruyordu. Hoş artık günümüz kızları yaşlarından o kadar büyük gösterir olmuş ki gerçek yaşlarını duyunca bazen şaşıp kalıyorum. Aslında bu genç kadının söylediğini yargılamak istemiyorum. Çünkü kendi kapasitesi dahilinde güzel bir şey söylediğini düşündüğüne eminim. Büyük ihtimal sakat insanlara acıyarak şükür modunda yaşadığına inanıyordu. Ama bu genç kadının surat ifadesinden sakat diye tanımladığı insanları normal insan olarak pek görmediği de belli oluyordu.
‘Ve sakatlar için ( bu arada ben sakat yerine “fiziksel engelli” insanlar demeyi yeğlerim) ; Ne kadar şanssızlar, yazık!!!’ dedi. Buna karşın danışman konuyu yorum yapmadan geçiştirdiği için dayanamayıp Stephen Hawking örneğini vermek zorunda kaldım.
Bu arada büyük çelişkiden dolayı kendi kendime “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diye düşünüyordum.
Gelin hep beraber çelişkiye bir bakalım. Katıldığımız workshop’un konusu kadın-erkek ilişkileri olmasına rağmen tüm ana fikri, kalbi, içeriği kuantum fizik teorisi, paralel evrenler, fotonlar, enerji, yaradana teslimiyet üzerine kurulu idi. İroniye bakın ki bu teorilerin babası Einstein’dan sonra günümüzde bu kuramları geliştiren, yenilerini ekleyen, şu an dünyanın bir numaralı, en parlak fizikçisi “Stephen Hawking” aynı zamanda dünyanın görebilecegi en “fiziksel engelli” insanlardan birisi.
Sen fiziksel güzelliğin ve kusursuzluğun pek işe yaramadığı için, ciddi bir ücret ödediğin bu workshop’a seni üzen erkekler ile kuantum boyutta nasıl iletişim kuracağını öğrenmeye gel. Ancak her ne hikmetse hayatının düzelmesi için umut bağladığın bu kuantum teorisini daha da geliştiren dünyanın hayranlıkla baktığı, onur dereceleri almış bilim adamı Stephen Hawking eli ayağı tutmayan, konuşamayan, senin deyiminle zavallı bir “sakat” olsun!!!..
Kuantum boyutta, enerji dolu “gerçek” bir yumruk yemek istemediğim için tabi ki bu yazdıklarımı sesli söylemedim. Sadece değerli öğretici Eckart Tolle’un kitaplarından birinde bahsettiği, Stephen Hawking’in gözlerinde gördüğü “mutluluğu” katılımcı kadına bir cümle ile kibarca ilettim. Nereye varmak istediğimi pek anladığını hatta ilgilendiğini bile sanmıyorum. Zaten anlayıp anlamaması çok da önemli değil. Belki de bu olayı şu an okumakta olduğunuz bu makaleyi yazmak için yaşadım.
Sonuç olarak hayatta tesadüf ve şans yoktur. Şanslıyız diye değil yaradan öyle uygun görüp lütfettiği için sağlıklıyız, güzeliz, fiziksel orantılıyız . Bunun için zaten günümüzün yerli, yabancı tüm kişisel ve ruhsal gelişimcileri, katıldığı kurstan bir sertifika aldığı için kendini aşmış görenler, maddi getirisi artmaya başladı diye ruhsal gelişim uzmanı olanlar, gerçekler, sahteler, kanatlı meleklerden sertifika alanlar, tanrıya inananlar, evreni merkez alanlar vs vs herkes “Şükretmenin” öneminden bahsediyor.
Her ruh bu dünyaya Allah’tan koparak yani okyanustan kopan bir damla olarak gelir. Ama sadece bir damla deyip geçmeyelim. Mevlananın dediği gibi “Sen okyanusta bir damla değilsin, Bir damlanın içindeki okyanussun.” Bu yüzden istisnasız her insanda yaradanın potensiyel isimleri vardır. Ben buna Allah’ın esmaları demeyi yeğlerim. Ve bazen hayata sığ bakan insanların şanssız olarak gördüğü insanlar tüm dünyada çığır açacak güzel bir olaya imza atabilirler. Çok çok sevgiler…
Sınırların Ötesine Geçmek… Teslimiyet…
Bu arada seminerde katılımcıya örnek olarak verdiğim Eckhart Tolle’un Stephen Hawking hakkında yazdıklarının bir kısmını paylaşmak istiyorum.
“Yetmişli yılların sonlarında, Cambridge Üniversitesi’nin kantininde her gün birkaç arkadaşımla birlikte yemek yerdim. Bazen yakındaki masalardan birinde tekerlekli sandalyeye mahkum bir adam otururdu ve genellikle yanında üç dört kişi daha olurdu. Bir gün, tam karşımdaki masaya oturduğunda elimde olmadan yüzüne baktım ve gördüğüm şey karşısında çok şasırdım. Adamın bütün vücudu felçli gibi görünüyordu. Vücudu çok zayıftı ve başı sürekli öne eğik duruyordu. Yanındaki insanlardan biri ağzına dikkatle yemeğini koyuyor, büyük bir kısmı tekrar dışarı dökülüyor, başka bir adamın tuttuğu başka bir tabağa düşüyordu. Felçli adam arada bir anlaşılmaz sesler çıkarıyordu ve biri kulağını onun ağzına yaklaştırıp inanılmaz bir şekilde ne dediğini anlayarak tercüme ediyordu.
Daha sonra arkadaşıma adamın kim olduğunu sordum. Bir “matematik profesörü”. Etrafındakiler de öğrencileri. Zaman içinde vücudun her yanına yayılan bir sinir hastalığı var. En fazla beş yıl ömrü olduğu söyleniyor. Bir insanın karşılaşabileceği en kötü kader olmalı” dedi.
Birkaç hafta sonra, ben binadan çıkarken adamın içeri girdigini gördüm ve elektrikli sandalyenin girebilmesi için kapıyı tuttuğum sırada göz göze geldik. Adamın bakışlarının ne kadar net olduğunu görünce bir kez daha şaşırdım. Hiç de mutsuz birinin gözlerine benzemiyordu. Direnmekten vazgeçtiğini hemen anlamıştım; tam bir TESLİMİYET halinde yaşıyordu.
Yıllar sonra bir bayiden gazete alırken, son derece saygın bir uluslararası haber dergisinin ön kapağında yüzünü görünce çok şasırdım. Hala hayatta olması bir yana, aynı zamanda dünyanın en ünlü fizikçisi olmuştu. O adam Stephen Hawking idi. Yıllar önce gözlerine baktığımda hissettiğim şeyi doğrulayan çok güzel bir yazı vardı. Şimdi bir ses cihazı kullanarak konuşabiliyordu ve muhabire şöyle demişti: “Kim daha fazlasını dileyebilir ki?”
- Kendiniz Olma Alışkanlığı…
- Hayata Dair…
- Zihin, Duygu ve Beden Bağlantısı…
- 25. Kare Tekniği ve Subliminal Mesaj Nedir?
- Hayata Dair…
- Kadının Bilgeliği…
- Para Koçluğu Nedir?
- Geçmişim, İzin Ver De Gelişeyim…
- Yürek Isıtan Görüntüler Lazım…
- Motive Eden Film Önerilerim…