Genelde hepimizin kafasında şekillenmiş ideal yaşamlar vardır. Bu ideal yaşamlar küçük yaşlardan itibaren ailemiz, toplum (elalem), televizyon dizileri, Hollywood filmleri, reklamlar vb. tarafından durmadan beyinlerimize empoze edilir. En başından beri hep o ideal olanlara ulaşmak isteriz, çoğunlukla ulaşamaz, bazen ulaşır bazen de ulaştığımızı düşünüp onu koruma uğraşı içerisinde oluruz. Fakat hangimiz hayatın tokadını yemeyiz ki? Hayatın tokadı söz konusu olduğunda eminim ki bu yazıyı okuyan her birimiz kendi yaşamlarından onlarca örnek verebilecektir.
Hayatın tokadı acıtır, beklenmedik bir anda hayatımızı alt üst eder. Nereden geldiğimizi şaşırır, ayakta durmakta zorlanır, dengemizi kaybeder bazen yere düşer ve ayağa tekrar kalkmakta zorlanırız. Hayatın tokadı her şekilde karşımıza çıkabilir; çok sevdiğimiz bir insanın ölümü, bulaşıcı bir hastalığa kapılmak, çocuğumuzun yaşadığı sakatlık, saldırıya maruz kalmak, aldatılma, boşanma vb. Bunlar o kadar acıdır ki tokattan çok daha büyük etki yaratırlar. Bazen yediğimiz tokatlar o kadar şiddetli olmasa da psikolojik olarak bizi yine de çok yıpratır; istediğimiz işi alamamak, istediğimiz üniversiteye gidememek, yalnızlık, sevdiğimiz kişinin bize karşılık vermemesi, okulda aldığımız düşük bir not, kendimizi, vücudumuzu beğenmemek vb.
Kim ister hayatın tokadını yemeyi? Yemek istemeyiz çünkü hayatın tokadı acıtır, üzer ve daha da korkunç olanı yaşamın gerçekleri ile bizi yüzleştirir. Bir yanda “sahip” olduğumuz yaşam diğer yanda istediğimiz ideal yaşam. Bazen yaşamın tokadı o kadar acıtır ki birdenbire, varolan gerçekliğimiz ile istediğimiz gerçeklik (ideal) arasında dağlar kadar fark olduğunu tüm çıplaklığı ile gösterir. Bu durumda yaşadığımız üzüntü, sıkıntı, korku, kıskançlık kat ve kat daha fazla olur. Böylece yaşanılan sıkıntılar arttıkça yaşadığımız problemlerin süreside o’na orantılı artar.
İşin kötü yanı ilk paragrafta belirtildiği gibi ta başından beri almış olduğumuz yanlış eğitim bizlerin böyle durumları anlama ve baş etme konusunda çaresiz bırakır. Çünkü çok övdüğümüz toplumsal yapılar, elalem aslında bizlere bu gibi durumlarla nasıl baş edeceğimiz konusunda doğru olan yöntemleri öğretmemiştir. Bize öğretilen ne olursa olsun bulunduğumuz istenilmeyen gerçeklikle, bir anlamda bize dayatılan ama bizim parçamız haline gelmiş olan dış dünyadaki ideal gerçeklik arasındaki farkı kapatmaktır. O farkı kapatmazsak hiçbir zaman mutlu olamayacağımızı düşünürüz. Tüm enerjimizi bu farkı kapatmak için harcar ve bu şekilde belki de hayatımızı harcarız.
Bu durumun panzehiri, dış dünyada var olduğunu varsayıp ulaşmaya çalıştığımız gerçeklik yerine içimizde, kalbimizin derinliklerinde bizlere yaşama sevinci katacak olan yaşam değerlerimizin farkına varıp onları yaşamaya çalışmak olmalıdır. Bu içimizde ulaşılacak olan zenginliğin gerçekliği dış dünyada var olduğunu düşündüğümüz ideal gerçeklikten çok farklıdır. Hayat bize ne kadar büyük tokatlar atsa da o değerlerin farkına vardığımız ve onların yoluna girdiğimiz ilk andan itibaren içsel değerlerimiz bizleri tüm doyurganlığı ile en kötü anda bile canlı kılar.
- Kendi Romanımızın Baş ‘Kahramanı’ Olmak
- Romanımızın baş ‘Kahramanı’ olmak
- Özgür Birey Özgür Toplum
- Vicdan, Politika ve Empati
- Kendine Zarar Verme
- Konuşarak Sorunlarımı Çözebilir miyim?
- Psikolojik terapilerden neden korkuyoruz?
- Mahallenizdeki Terapist – IAPT
- Yanlış kişiyle evlenmek
- Facebook Paylaşım Savaşları!