
Güneşin altın rengi ufka doğru eğildiği bir sabah, Afrika savanası yine olağan hayatına devam ediyordu. Doğa, her zamanki gibi canlı ve hareketliydi. Hafif bir rüzgâr, otların üzerinde dans ederken, ceylan sürüsü bir araya toplanmış, güvenli bir alanda otluyordu. Sessizlik vardı ama bu huzur aldatıcıydı; savana her zaman beklenmedik olayların sahnesiydi. Bir ceylanın bakışları, bir süreliğine sürünün dışına doğru kaydı, sanki yaklaşan tehlikeyi hissetmiş gibiydi.
Uzaktan bakıldığında, aslanın sessizce sürüye yaklaştığı anlaşılıyordu. Gözleri pür dikkat, adımları sabırlıydı. Onun için her şey hayatta kalma meselesiydi. Birkaç gündür açtı ve bu ceylan sürüsü, onun için bir şans demekti. Aslan avını seçerken, doğanın kendi adaleti devreye giriyordu. En zayıf, en yavaş olanın seçileceğini herkes bilirdi. Ceylanların zihinlerinde bu kurallar yazılıydı; ancak ölümle bu kadar yakın olmak, korkuyu ve belirsizliği beraberinde getiriyordu. Aslan, ne yaptığını çok iyi biliyordu. Yavaşça yaklaştı, rüzgârı arkasına aldı, doğanın ona verdiği avcılık yeteneklerini kullanarak, dikkat çekmeden sürüye sokuldu.
Bir anlık bir sessizlik… Sonra, aslanın aniden fırlayışıyla birlikte savanada bir hareketlilik başladı. Ceylanlar dört bir yana kaçıştı, fakat aslan çoktan hedefine kilitlenmişti. Avına doğru hızla ilerliyordu. O anın tanıkları, bu dramatik kovalamacanın parçasıydı: Gökyüzünde uçan kuşlar, otların arasında sürünen yılanlar, uzakta su birikintisinde yüzen bir timsah… Hepsi bu av sahnesinin sessiz seyircileriydi.
Ceylan, tüm gücüyle kaçıyordu. O anlarda sadece hayatta kalma dürtüsüyle hareket ediyordu ne sürüsünü düşünüyordu ne de kaçtığı yönü. Ancak doğa, her zaman zayıf olanı yakalar. Aslan, ceylanı yakaladığında, ceylanın gözlerinde kısa bir süreliğine ölüm korkusu belirdi. Yaşamdan ayrılış anıydı bu; gözlerinde donup kalacak bir korku izi… Ceylan yere yığıldığında, aslan nefes nefese zaferini kutluyordu. Doğa, bir döngüyü daha tamamlamıştı.
Bu sahneye uzaktan bakan biri, olayın trajik yanını hemen fark ederdi. Avlanan ceylanın kaybı, yaşamın ne kadar acımasız olduğunu düşündürür. Ceylan, masum ve savunmasız bir canlıydı; yaşamı sona ermişti. Bu sahne, birçok insanın içinde vicdan yarası açar. Ceylanın ölümü, adaletsiz gibi görünür. Neden masum bir hayvan bu şekilde avlanmalıydı? İnsanların doğaya bakış açısında, avlanma bir vahşet gibi algılanır. Ancak bu hikâyenin başka bir yüzü daha vardır.
Aslanın gözlerinden bakıldığında ise durum tamamen farklıdır. Aslan da bir canlıdır, hayatta kalmak için beslenmesi gerekmektedir. O da doğanın kurallarına göre yaşamak zorundadır. Avlanmadığı zaman, aç kalacak, zayıflayacak ve belki de ölecektir. Aslan için avlanmak, yaşamın devamı için bir zorunluluktur. Onun için bu, bir hak meselesidir. Ceylanın ölümü, aslanın hayatta kalması için gereklidir. Burada adaletin, her iki tarafın ihtiyaçlarına göre şekillendiğini görürüz. Aslanın gözünde, ceylanın avlanması adil bir davranıştır.
Adalet, bakış açısına göre değişen bir kavramdır. Doğa, her iki tarafın da haklı olduğu bir denge kurar. Bu dengeyi anlamak, adaletin mutlak olmadığını, her durumun kendi içinde değerlendirilmesi gerektiğini gösterir. İnsanoğlu, aslan ve ceylan hikayesine baktığında, vicdanıyla ve mantığıyla iki farklı sonuca varabilir. Vicdanı ceylanın tarafındadır; mantığı ise aslanın. Ancak her iki tarafın da haklı olduğu bir dünya, doğanın işleyişini gözler önüne serer.
Ceylanın hayatı sona erdiğinde, aslan zaferiyle doyuma ulaşırken, savana bir süreliğine yeniden sessizliğe bürünür. Ancak bu, sonsuz bir döngünün yalnızca bir halkasıdır. Doğada adalet, bir yargıç veya kural koyucuyla değil, yaşamın içgüdüsel devamlılığıyla tanımlanır. Biz insanlar, adaletin ne olduğunu düşünürken, her zaman bakış açımızı da hesaba katmalıyız. Bazen adaletin sınırları, kimin gözünden baktığımıza göre şekillenir.
Ancak adaletin bu kadar değişken olması, onun geçerliliğini sorgulatır mı? Yaşamın her alanında, insanlar ve doğa arasındaki bu dengeyi anlamak bize insan olmanın bir yönünü daha öğretir. Kendi hayatlarımızda da tıpkı savanadaki bu döngü gibi, bakış açımıza göre sürekli bir değerlendirme sürecindeyiz. Her birimiz, kendi mücadelemizin içinde haklı olduğumuzu düşünürüz; tıpkı aslanın ve ceylanın yaşamı gibi, kendi hayatlarımızda da adaletin ne olduğunu yeniden ve yeniden tanımlamaya çalışırız.
Bu yüzden, adaletin sadece bir hak meselesi değil, bir denge meselesi olduğunu anlamalıyız. İnsan ilişkilerinde de doğadaki bu döngüyü fark etmek, her bireyin kendi haklılık zeminini kabul etmek için bir fırsattır. Çoğu zaman empati, bu döngünün farkına varmakla başlar. Tıpkı ceylanın trajedisiyle aslanın zaferi gibi, insan dünyasında da adaletin, iki tarafın gözünden farklı göründüğünü kabul etmek, umuyorum ki daha anlamlı bir dünya inşa etmemize yardımcı olabilir.
- İçsel arınma ve zihinsel özgürlük
- Turnam ile yeniden kanatlanmak
- Zihnini sakinleştir ve hayatını dengele
- Öz şefkatin derinliklerine yolculuk
- İlişkilerin mihenk taşı: Sadakat
- Uzun İnce Bir Yoldayım
- Haziran
- Kilometrelerce uzakta bir kalbin yalnızlığı: gurbet mektupları
- Etkinliklere Dolu Mayıs Ayı
- ‘Düşlerin Başlığı Yoktur’